Özge Uzun’u bundan belki 2 sene önce rastgele televizyon
izlerken bir kanalda yaptığı röportajında gördüm ilk... Oğlu Dağhan’dan ve bu
süreçte yaşadıklarından bahsediyordu. Aslında tam olarak Dağhan’dan da
bahsetmiyordu. Türlü sıkıntılı süreçten geçen annelerden, eğitim verilen
yerlerin azlığından bahsediyordu. Bir okula gidildiği anda ‘’Çocuğunuz zarar
verir mi diğer çocuklara?’’ tarzında sorularla karşılaşan aileleri, bunun karşılığında
da aslında özel durumlu bu çocukların ailelerinin ‘’Acaba diğer çocuklar benim
çocuğuma zarar verir mi?’’ diye endişelendiğini anlatıyordu. Direk Dağhan ile
ilgili bir soru yöneltti röportajı yapan kişi. ‘’Dağhan’ın yanında bunları
konuşamam, Dağhan ne konuştuğumuzu anlıyor.’’ dedi Özge Uzun. Kızgın değildi
bunu söylerken tam aksine o zaman tam olarak anlamlandıramadığım bir ‘’Gurur’’
vardı oğluna karşı duyduğu… Dediğim gibi 2 sene önceydi o yüzden bir kısmını
eksik bir kısmını fazla hatırlıyorum belki. Ancak emin olduğum bir şey var ki o
gün bu 2-3 dakikalık görüntüleri izledikten sonra hiç aklımdan çıkmadı bu anne.
Ben Efe’nin koliğiyle, diş çıkarmalarıyla, uyumamalarıyla
uğraşıp kendimi depresyondan depresyona sürüklerken bu denli güçlü duruş
sergileyen bu kadına hayranlık duymamak elde değildi.
Bir kaç ay önce ancak bir fırsat buldum ve hemen siparişimi
verdim. ‘’Sizin Hiç Maviniz Var Mı?’’ kitabını okumak, bir kaç dakika
içerisinde bu denli güçlü olduğuna emin olduğum bu kadının,bu annenin hayatını
onun satırlarından okumak için can atıyordum. Gerçekten de bir çırpıda okudum
kitabını. Bir çok duyguyu bir anda hissettim okurken. Hüzünlendim, kızdım,
şaşırdım, mutlu oldum hatta kahkaha attığım satırlar bile oldu… Hissetmediğim
tek duyguysa ‘’ah ah vah vah’’ duygusuydu. Yaşadığı bu sürpriz sürece karşı ‘’Ah’’
demeyen, bunun yerine en büyük sürprizin onu seçmiş olan bu canı en doğru
şekilde yetiştirmek olduğuna inanan bu kadına üzülmek benim harcım mıydı?
Bu yazıyı uzun süredir yazmayı düşünüp bir türlü
bilgisayarın başına oturamamıştım ta ki düne kadar. Dün akşam Efe’yi uyuturken
türlü çığlıklar, tepinmeler eşliğinde güç bela geçtik yatağımıza. Her şey iyi
yoluna girdi uyku saati geldi derken Efe tam elmacık kemiğime kafa attı.! Evet
kafa attı! Gözlerimin önünde 100 tane yıldız dönmeye başladı. İnsan doğası canı
yandığında refleks gösteriyor ister istemez; ancak çocuğun olunca bir tık
engelleyebiliyorsun o refleksi. Normalde başka biri bana böyle bir şey yapsa istemsiz
veya istemli olarak bir tane vururdum elbet, yalan yok. Kendimi tuttum derin
bir nefes aldım; ancak engelleyemedim bas bas bağırdım Efe’ye. ‘’Nasıl bir
çocuksun sen?’’ dedim sonra da ‘’Neden normal davranmıyorsun?’’ diye de
ekledim. Bunu dememle kapıyı kapatıp yan odaya kaçmam bir oldu tabii.. Nasıl
çıktı ağzımdan böyle bir söz? Nasıl dedim çocuğuma böyle bir şey? Sonra düşünceler başladı elbet…
Herkesin aynı süreçlerden geçtiği düşüncesi. Kimilerinin de benim kırk yılın
başında yaşadığım bu durumu aslında her gün tecrübe ettiği… Ve tabii Özge Uzun
geldi hemen aklıma. Dağhan’ın çığlıklarını,çimdiklerini,tekmelerini anlattığı o
süreçler. Bunlar Dağhan’ı normal dışında bir çocuk yapmıyordu ki! Onun özelliği
içerisinde verdiği özel tepkilerdi bunlar ve bizim anneler olarak ‘’özel’’
olmaya en yaklaştığımız anların aslında onların bu süreçlerinde sakince
ayaklarımız üzerinde durabildiğimiz gerçeği…
‘’Bir masa. Saçı dağılmış bir anne, şortlu bir baba. Bir
spiderman bir de balerin. Ağızlarında menemen…. Ve ben çocuklarıma bakıp
şükrediyorum.’’
Bu Özge Uzun’un satırları kitaptan.
Sanmayın ki yaşamış bunu hayır bu onun hayali…
Benim ve bir çok anneninse gerçeği…
Farklılıksa bizim dağınık saçlara çok takılmamız… Takılırken
de anı sürekli kaçırmamız.
Aslında bu cümlede tek bir gerçek var bence, o da ‘’Şükretmek!’’
Kalemine sağlık Özge Uzun,