11 Aralık 2014 Perşembe

Sonunda beni de bıktırdınız...


Zaman zaman instagramdan bunları yazmak durumunda kalıyorum. Yazdıkça da birilerini aynı şeyi 1500 defa açıklayacak kadar önemsiyormuş gibi görünüyorum. O yüzden bir defa buraya yazacağım bundan sonra da ig üzerinden bu konuyla ilgili bana yorum yazan biri olursa cevap vermeme hakkımı kullanacağım.

‘’Paylaşananne’’ kimliğim benim iş kimliğim, birilerine örnek olmak için açtığım bir platformun lakabı falan değil. Bu benim özel hayatımı kendime bir lakap takarak paylaştığım bir alan sadece. Burada istersem çocuğumun resmini, istersem kendime göre çocuk gelişimiyle ilgili faydalı bir bilgiyi, istersem kocamla hoş beş yaptığım sofra resimlerini, istersem de arkadaşlarımla zil zurna sarhoş olduğum geceleri paylaşırım.

Kısa ve net :  BURADA NE PAYLAŞTIĞIM KİMSEYİ İLGİLENDİRMEZ.

Takipçi sayımın fazlalaşıyor olması beni mutlu ediyor çünkü her zaman dediğim gibi bir şeyler öğrendiğim anne rakamı artıyor. Aralarda da birilerinin hayatına dokunuyorsam eğer ne mutlu bana. Günde on defa ‘’Siz de sürekli içki resimleri paylaşıyorsunuz!’’, yirmi defa da ‘’Çocuğunuzu çok erken yollamamış mısınız kreşe?’’ başlıklı ,acıtmaya yönelik, yorumları silmek zorunda kalıyorum. Bazılarına cevap veriyorum ki bir sonraki hadsiz ne yorum yapmaması gerektiğini bir anlasın diye. Olmuyor olamıyor! Takipçilere yansıyan üç beş mesajken ben üç yüzüyle uğraşıyorum.

Bu işi gerçekten iş olarak yapan blogger arkadaşlarım, uzaktan tanıdıklarım var. Kayıtsız şartsız hepsi takdir ettiğim çok sevdiğim anneler. Bir defa kendilerine böyle bir yol çizmişler çocuklarıyla ilgilenirken bundan öte takdiri ne kazanabilir? Onlara yapılan can acıtıcı yorumlara da çok kızıyorum ama bir yere kadar neden daha anlayışlı durduklarını anlayabiliyorum; ancak benim böyle bir zorunluluğum da yok çünkü dediğim gibi bunu bir iş olarak yapmıyorum.

Hayat görüşüm, yaşama tarzım, siyasi tarafım, inancım, inanmadıklarım, çocuğuma karşı bakış açım, başka annelere karşı yorumlarım, marka önerilerim, selfielerim, ayakkabı resimlerim, içki sofralarım, alakalı alakasız videolarım bunların hepsi sadece benimle ilgili bir şeyler işte. Sadece beni bağlayan şeyler. Heh! ‘’Sosyal medyaya resim koyuyorsan yorumlara da açık ol’’ diyen çıkarsa şunu da açıkça ifade etmek isterim aynen öyledir, bu sosyal medyadır densizin teki küfür de yazabilir benim isyanım buna değil. Benim isyanım ‘’Sen paylaşanannesin o zaman benimle paylaşmak zorundasın. Paylaştığın tek şey de yararlı bilgiler olmalı.’’ diyen çok bilmiş arkadaşlara. Ben her bir öneri, tavsiye, fikir yazdığımda nasıl her defasında ‘’Konunun uzmanı değilim, deneyim paylaşıyorum’’ diye altını çize çize sizlere beyan ediyorsam sizler de bunu unutmadan bana bir şirketin elemanı değil normal bir insan, bir anne olarak yaklaşmak durumundasınız. Beğenmiyor musunuz? O zaman takibi bırakırsınız, net açık…

Bir şey tartışılacaksa sonuna kadar tartışalım. Eleştirilerinize de yine sonuna kadar açığım! Bana ‘’Yanlış yapmışsın’’ diyen insana minnet duyarım; fakat ‘’Sen zaten yanlış yapacak bir insana benziyorsun’’ ön yargısıyla yaklaşan insanı da hemen tanırım. Neyin kalp kırmak için düzmece bir yorum olduğunu da (ki çoğu yorum yapan hesap ta yeni açılmış bir hesap oluyor ne hikmetse!) anlayabilecek zeka seviyesinde bir insanım.

Kavgalarla takipçi sayısını artıracak bir nitelikte olmadığım ve genel yapı itibariyle bu tarz tutumlardan bizzat kendim utandığım için son defa: RİCA EDİYORUM(!)

12 Kasım 2014 Çarşamba

Koca Değil O : BABA!


Kocayı dahil edeceksin arkadaş!

Edeceksin!

Dahil ettiğin insan kocan değil ki sadece, aynı zamanda baba, bir kere bunu bileceksin!

‘’O öyledir…’’ demeyeceksin!

İçinde bulunduğun toplum anneyi  çocuğun tek bakıcısı sanıyor diye sen de o kafileye girmeyeceksin!

‘’Maçı var onun’’ diyebiliyorsan ‘’Bir kadeh şarabım var benim de’’ diyebileceksin.

‘’İşe kalkıyor köpek gibi çalışıyor zaten’’ diye düşünüyorsan her sabah kaçta kalktığını, kaç saat fiziksel ve ruhsal olarak çalıştığını hatırlayacaksın!

Bezi dolup her eğildiğinde sırtının ağrısından dem vuracağına, paylaşacaksın. Paylaşmayı bilmediğini düşünüyorsan sesini yükseltmeyi bileceksin!

Bunları yapamıyorsan arkadaş ,kusuruma bakma ama, feryat figan ortalığı yıkıp ağlamayacaksın. ‘’Bizim herif de….’’ diye başlayan cümleler kurmayacaksın çünkü ‘’senin herif’’ değil o, evlendiğin adam, sevgilin.Öğreneceksin…

Öğrendikçe öğreteceksin.

Öğrenilenleri sen de öğrenmek için çaba harcayacaksın.

‘’Sen de bana öğret’’ diye sorumlu tutacaksın.

Hayat ‘’müşterek’’tir derken müşterek lafını sözlükteki havalı bir kelime sandıysan eğer tekrar düşüneceksin!

Senin büyük bir sorumluluğun varsa arkadaş bu sorumluluk evi silip süpürüp bir yandan bebeyi sallamak olmayacak! Senin sorumluluğun hayatın ortak olduğunu önce hayat arkadaşına sonra da diğerlerine anlatmak olacak!

‘’Benim hayatım senin ki gibi değil.’’ diye başlarsan eğer… O zaman ilk bakacağım yer kocanla bebek öncesi resimleriniz olur, bunu bilesin arkadaş! Arkadaş dediysek o kadar da anlayışlı değilim elbet. Eğer görürsem  birlikte bir şeyler paylaştığınız bir fotoğraf dönüp sorarım sana ‘’Bunu paylaşmak kolaydı da öteki mi zor?’’ diye.

Hayat sana zorluk yaşatmadı arkadaş.

Sen zorlaştırdın.

Sen seçtin paylaşmamayı.

Sen seçtin kendine saklamayı.

Sen seçtin binlerce insandan bin birinci olmayı!

4 Kasım 2014 Salı

Ne Kadar Anne, O Kadar İnsan



Hepimiz ne zaman bu kadar anne olduk? Ne zaman bu kadar bilmeye başladık her şeyi? Ne zaman uyku eğitimi nasıl olmalı, ne yedirmeli ne içilmeli, neye evet neye hayır demeli bu kadar uzman olduk?

Anladınız ki bir sitem yazısı yazacağım bugün ve bazılarınız şimdiden içinizden ‘’Kendine bak sen!’’ dediniz bile. Dediniz çünkü ben de o çok ‘’paylaşan’’ annelerdenim. O yüzden siz söylemeden kendimi anlatarak başlayayım önce. Ben dediğim gibi ‘’paylaşan’’ bir anneyim. Biraz okuyan, biraz deneyimleyen, bazı denediklerinden pişman olan bunu da söylemekten çekinmeyen, bazılarıysa gurur duyan ‘’Belki birine biraz yardımım dokunur’’ diye düşünen. Tabi ki yeri geldiğinde de eleştiren, başkalarında yanlış gördüklerini de söyleyen; ama her zaman haddini bilen!

Son zamanlarda ‘’tersleyen anneler grubu’’ önüne geçilemeyen bir noktaya gidiyor. Bunu benim gibi düşünen annelerin de tecrübe ettiğine inanıyorum. Yazımı detaylandırmadan şunu da söyleyeyim ne bir kişiyi ne de spesifik bir grubu hedef alarak yazıyorum bunu. Bazen instagramda, bazen facebookta bazense direk çevremde gördüğüm bir durum sadece.

Gün sosyal medya günüdür. Çağ teknoloji çağıdır. Paylaşım her yerde artık. Fikir alışverişleri, uzman görüşleri bir tık ötemizde hepimizin. Tabii bizler bu fikir alışverişlerini sadece uzmanlarla yapmakla yetinemiyoruz. Bizim yaşadıklarımızı yaşayan insanlar arıyor, onların da bu bir hayli zor olan süreçten geçtiklerini görmek istiyor onların bu noktada neler yaptığını da merak ediyoruz. Bu anlamda ben iki rol üstlendiğimi düşünüyorum. Bana sorular soran fikir isteyen anneler olduğu kadar benim de fikir istediğim anneler var. Ve tabii fikir soran insanların yazdıklarını ve karşılığında verilen cevapları da okuyorum, araştırıyorum.

İşte tam da bu noktada dehşete düşüyorum!

Bir anne başka bir anneye soruyor geçende. ‘’Uyku tulumu kullandırtamıyorum çok ağlıyor.’’ diyor. ‘’İnce bir pike örtüyorum ben de, kenarlarından da sıkıştırıyorum. Ama bunu da atıyor üzerinden.’’ Soru belli. Çocuğu üşüyor diye korkuyor anne. Şunu da ekliyor yazısına ‘’Evimiz çok soğuk!’’. Sorunun sorulduğu kişi bile değil başka bir anne hemen giriyor konuya ‘’Çocuk 1 yaşına gelinceye kadar örtü örtülmez! Yatağına yastık koyulmaz! Ani bebek ölümü diye bir şey duymadın mı sen?’’ diyor. Soruyu soran anne tabi ki kendini açıklamaya çalışıyor ‘’İnce ve delikli bir pike, kenarları da yatağa sıkıştırılmış’’ diyor. Tekrar cevap geliyor ‘’Sanırım anlatamadım! 1 yaşına kadar çocuğun üzerine bir şey ör-tül-mez! Yatağına bir şey ko-yul-maz! Sen ani bebek ölümü sendromunu bir oku istersen!’’ diyor.

Bu konuşmayı okurken limitimin gerçekten dolduğunu hissettim. Verilen bilgi doğru bir bilgidir şüphe yok ama ya bilginin veriliş tarzı? Bilgiyi verirken ‘’Haberin olsun sen o çocuğu öldürürsün yakında!’’ iması? Karşı tarafın evinin soğukluğunu, yaşam şartlarını bilmeden ona yardımcı olabilecek bir fikir önermek yerine direk saldırma çabası? ‘’Bin kez söyledim bak son defa senin için söylüyorum bir daha olacaklardan ben sorumlu değilim ha!’’ tavrı?

Biz ne zaman bu kadar anlayışsız olduk? Biz ne zaman bu kadar karşı tarafı düşünmez olduk? Biz ne zaman hayatımızı bu kadar kısıtlayıp tek odağı çocuk haline getirip diğer her şeyi çöpe attığımız için oluşan kızgınlığı başkalarından çıkarır olduk?

Bahsettiğim örnek sadece bir tanesi. Sezeryanla doğurana ‘’Doktorun beş para etmezmiş! Sen de onu dinlemişsin ya sen de beş para etmessin!’’ manası, ateşe ilaçla karşılık verene ‘’Ver o ilaçları ver ileride göreceksin başınıza ne işler gelecek!’’ havası, hazır gıda verene ‘’Oturup 5 dakika ayır da çocuğuna bir şey pişir be tembel kadın!’’ kafası…

Daha neler neler…

Birçok annenin yaptığı birçok şeyi ben de onaylamıyorum. Onaylamadığım şeyleri eleştirdiğim yazılar da yazıyorum. ‘’Kendi çocuğumda bunu asla yapmam!’’ diyorum; ama bak ne? Kendi çocuğumda! Bana fikir sorana ben kendi fikrimi söylerim, bir yerden okuduysam alıntımı da yaparım ama ben kimim de kimi suçluyorum?

Önce ne kadar anne olduğumuza değil önce ne kadar insan olduğumuza dönüp bakma zamanı geldi de geçiyor bence…

2 Ekim 2014 Perşembe

İç Çamaşırı Kuralı!!!


Okuyup öğrendikçe ve gündemi takip ettikçe çocuklara karşı olan cinsel istismarın ülkemizde de dünyada da ne kadar yaygın olduğunu görmek çok üzücü. Ancak bunun üzücü olması gerçek olduğunu örtbas etmiyor. ‘’Bizim başımıza gelmez’’ diyerek bu durumdan kaçmaksa dünyada her beş çocuktan birinin başına gelen cinsel ve şiddet istismarını önemsememekle eş değer.

Bizler ,anne babalar olarak, istismarcılara bir yaptırımda bulunamadığımız için önlemimizi çocuklarımızı eğiterek onlara öğreterek almalıyız.Öğretmeliyiz ki kendilerini bu durumlara karşı koruyabilsinler, ses çıkarsınlar, anlatsınlar.

Bir arkadaşım tarafından bana yollanan ''Council Of Europe'' tarafından yayınlanmış ''İç Çamaşırı Kuralı'' kesinlikle tüm anne babalar tarafından okunmalı ve uygulanmalı.

İç Çamaşırı Kuralı'' çocuklarımızı cinsel istismardan korumak adına oluşturulan etkili bir yöntem. Aşağıda detaylı linki paylaşacağım. Öncesinde bu kuralı sizlere kısaca özetlemek istedim.

 

Bu kuralın 5 önemli öğretisi var. Anne-baba veya çocuğa bakan bakıcı kişi tarafından uygulanması gereken bu öğretiler çocuklarımızı bu istenmeyen duruma karşı korumamızı sağlıyor.

 

1.Vücudunuz size aittir!

Çocuğunuzun vücudu kendine aittir. İzin olmadığı sürece yakın bir kişi olsa dahi kimse vücuduna dokunamaz. Bizler ebeveynler olarak çocuklarımızın cinsel organları ve diğer parçalarını gerçek adlarıyla çocuğa tanıtmakla ve bu çizgiyi çekmekle yükümlüyüz. Temas yakın bir kişiden gelen bir öpücük dahi olsa çocuğun buna ''hayır'' deme hakkı vardır. Çocuğumuz istemediği bir temasla karşı karşıya kaldığı zaman karşı taraftaki yetişkin onu anlayıncaya kadar bunu reddetmelidir.


2.İyi bedensel temas kötü bedensel temas!

Limit bölge çocuğun iç çamaşırıdır. İç çamaşırı limiti geçildiği takdirde çocuğun ''hayır'' diyebilmesini sağlamak esastır. Bazı büyükler zaman zaman çocuklara dokunmak durumunda kalabilirler. Bu anne, baba, bakıcı, öğretmen, doktor olabilir. Ancak bu noktada da bir rahatsızlık hissederlerse ''hayır'' diyebilmeliler.

Bu basamakla birlikte iç çamaşırının altında kalan bölgeyi limit dışına alıp çocuğa aslında görebileceği zararın nereden olduğunu bir nebze daha netleştirmiş oluyoruz.

 

3.İyi sırlar - kötü sırlar!

Cinsel istismarcıların başvurduğu ilk yöntem bunun bir sır olarak kalmasını istemektir. Bu sebeple çocuklarımıza iyi sır ve kötü sır arasındaki farkı net bir şekilde anlatmamız gerekir. Eğer sır olan şey çocuğumuzu rahatsız eden bir dokunuşsa bunu anneye, babaya hatta polise anlatması gereken durumlar olabilir. Rahatsız eden bir durumda kalan çocuk ‘’yüksek sesle’’ rahatsızlığını dile getirmeli bu sırrı ifşa etmelidir.


4.Önleme ve koruma yetişkinlerin sorumluluğundadır!

Tacize uğrayan bir çocuk utanç duyar ve gizli kalması gerektiğini hissedebilir. Bu sebeple çocuğa her zaman anne ve babayla konuşabileceğinin güveni verilmelidir. Çocuk ne yaşarsa yaşasın bunu anlatmalı ve anne-babasının konuya bir çözüm getireceğinin rahatlığını hissetmelidir.


5.Diğer Faydalı İpuçları!

-Çocuğunuza güven çemberi oluşturmalısınız. Çocuk başına gelebilecek herhangi bir olumsuz durumu kime anlatabileceğini bilmeli ve bu kişilerden yardım istemekten çekinmemelidir

-Çocuğunuzu taciz eden kişi bir yakın hatta bir akraba olabilir. Çocuğunuzun bu durumlarda da sizi bilgilendirilmesi evinizde bir kural haline gelmedilir.

-Çocuk tacizcisi tanımadığınız biri olabilir. Bu sebeple çocuğunuzu yabancılarla konuşmama ve yabancılardan hediye almama gibi detaylar hakkında uyarmanız gerekmektedir.

-Çocuklar anne baba dışında da kendilerine yardım edebilecek bu konuyu meslek edinen kişilerin olduğunu bilmeli, bu kişilerin telefonlarına ulaşabilmelidir.


Çocuğunuzun istismara uğradığını düşündüğünüzde sakın onu yargılayan ve sorgulayan bir şekilde yaklaşmayın. Onun kendisini ifade etmesi için gereken ortamı sağlamak sizin elinizde. Çocuğunuz sizden yardım alabileceği konusunda ne kadar güven duygusu geliştirirse yaşadığı şeyi size anlatma olasılığı da o kadar artar.

Ben şu anda Efe'ye anlayabileceği şekilde bunu uyguluyorum. Altını açtığımda vücudunu ona tanıtıp burası sana özel, sana ait. Annen baban öğretmenin temizleyebilir sonra altını kapatır ama başka kimse buraya dokunamaz diye anlatıyorum. Onun vücudunun özel yerlerini kesinlikle öpmüyoruz. İç çamaşırının içindeki yerlere şirin isimler takmıyor buraları sevmiyoruz.

Çocukların her konudaki öğrenme süreci yaşları ne kadar erkenken başlarsa alınan sonuç o denli olumlu olur bunu unutmamak gerek.

Detaylı  bilgiye aşağıdaki adresten ulaşabilirsiniz:

http://www.underwearrule.org/howto_tr.asp

 
Paylaşananne


 
 
 

25 Eylül 2014 Perşembe

Hem Eğleniyoruz, Hem Öğreniyoruz





Her zaman dile getiririm. Evde tam zamanlı çocuklarına bakan annelere imreniyorum. Aralarda bunu kendi başıma ,eşim veya herhangi biri olmadan, yaptığımda gerçekten zorluk yaşayabiliyorum. Sorun fiziksel yorgunluk değil. Fiziksel yorgunluk defterini Efe'nin her gece 15 dakikada bir uyandığı zamanlarda zaten kapattım. Ancak Efe büyüdükçe onunla zaman geçirirken oluşan zihinsel yorgunlukla başetmek gerçekten çok zor.


Efe 1 yaşını geçtikten sonra beklentileri bir hayli arttı. Artık bir oyun alanına koyup orada zaman geçirmesini bekleyemiyorum. Oyuncaklarına dikkat verdiği zamanlarda bile oyuncaklarını dahil ettiği farklı oyun kurguları bekliyor. Çalışan bir anne olarak ''tek başına zaman geçirmeyi de öğrensin!'' diyemiyorum, benimle geçirdiği her zamanın onun ve benim için ne denli kıymetli olduğunun bilincindeyim.


Oldukça fazla okuyan bir anne olarak aynı zamanda okuduklarını da pek uygulamayan bir anneyim :) Kendi iç sesim, annelik güdülerim öğrendiklerimin önünde seyrediyor çoğunlukla. Bu zaman zaman kendime kızmamla sonuçlanabiliyor, yanlış zamanlarda yanlış denemelerim olabiliyor. Ancak çoğu zaman işime de yarıyor. Çünkü her zaman inandığım gibi hiç bir kitap veya bilir kişi oğlumu benden daha iyi tanıyamaz, özümseyemez.Bugün sizlerle Efe'yle yaptığım bazı aktiviteleri paylaşmak istedim. Kimi çocuğunuza ağır gelebilir, kimi aktiviteyse çok basit gelebilir sonuçta her çocuk bir birinden farklı. Ancak aktiviteleri çocuğunuzun yapısına göre şekillendirip, çeşitlendirebilirsiniz.


İlk Sözlüğüm:
Efe 1 yaşına girdiğinden beri ''ilk sözlüğüm'' kitabı en yakın arkadaşımız oldu. Kitabın içerisinde farklı objeleri isimleriyle birlikte görebileceğiniz gibi bu objeleri karışık olarak bir ortam içerisinde de görebiliyorsunuz. Yan yana sayfalarda ismini söylediğim objeyi göstermek ve daha sonra karışık eşyaların arasından objeyi bulmak Efe'nin en sevdiği oyun. Zaman zaman objeleri karıştırabiliyor. Sadece bir kez düzeltip ikincisinde de yanlış söylerse üstelemiyorum böylelikle aktiviteden soğumamış ve kendine güveni kırılmamış oluyor. Resmini gördüğünüz objelerden evinizde varsa resim sonrasında objeyi canlı şekilde göstermek te çocuğunuzu heyecanlandıracak bir başka aktivite



Vücudumuzu Tanıyalım:
Günde iki defa birlikte yaptığımız bu aktivitede Efe'ye vücudundan bölümler soruyorum (dişlerin nerede, gözlerin nerede gibi). İlk başlarda bu aktivite sayesinde çocuğunuz vücudunun bölümlerini tanıyacak ve eliyle işaret edecek. Bu şekilde göstermeyi öğrendikten sonra aktiviteyi her gün farklılaştırabilirsiniz. Gözlerinin yerini sorduğunuzda eliyle işaret etmesini değil gözlerini kırpıştırmasını isteyebilir, ayaklarını gösterirken ayaklarını sallamasını söyleyebilirsiniz. Bu sayede vücudunun farklı yerleriyle neler yapabileceğini de öğrenmiş olacak. Aktiviteyi bir ayna yardımıyla da yapabilirsiniz.





Evdeki Objeler:
Efe kendinden bir şey istenmesine bayılıyor. ''Oğlum terliklerimi getirir misin?'' dediğim noktada hızla ortadan kaybolup terliklerimle geri dönüyor. Bunu evde onun da tanıyabileceği tüm eşyalarla gerçekleştirebilirsiniz. Eşyaları tanımaya başladıktan sonraysa bu eşyalarla neler yapabileceğini anlatmak adına aktiviteyi farklılaştırabilirsiniz. Örneğin: ''Yastığı getirir misin?'' dediğimde yastığı getiren Efe'ye ''Yastığa kafamızı nasıl koyuyoruz?'' dediğimde kafasını koymasını, ''Peki yastığa kafamızı koyunca nasıl uyuyoruz?'' dediğimde ''Eeee eeee'' yapmasını zamanla öğrettim. Bu onun için keyifli ve öğretici bir aktivite halini aldı. Günlük hayatta da kullanışlı şüphesiz :)


Dans ve Şarkı

Farklı şarkılarla farklı dansları kendiniz oluşturabilirsiniz. Şarkıları kendiniz uydurursanız tadından yenmez. Ben Efe'ye şöyle bir şarkı yazdım ''Dans ediyorlar dans ediyorlar Efe'yle annesi dansss...'' (rezilim :)) bunu duyduğu gibi Efe içinde bulunduğu aktiviteyi bırakarak tamamen bana odaklanıp birlikte eğlence haline geçiyor. Fiziksel anlamda deşarj olabileceği aktivitelerden...


Ba
şka Bir Oyuncakla ‘’Öğreniyoruz’’: Zaman zaman Efe'ye hadi uyku, hadi yemek demekten gerçek anlamda yoruluyorum. Olayı Efe için içselleştirmek istiyorum tabi ki başarılı olamıyorum. Bu anlamda denediğim yöntemlerden birini bir aktivite haline getirdim. Evdeki tüylü oyuncaklarından birini alıp Efe'ye verip benim ona yaptırdığım şeyleri onun da oyuncağına yaptırmasını istiyorum. Örneğin ''Efe bebeğin karnı çok acıkmış ona yemek yedirir misin?'' ya da ''Çok uykusu gelmiş uyutabilir misin?'' gibi. Durumumu anlamasına yardımcı olup olmadığını bilemem :) ; ancak bunları yaparken keyif aldığı bir gerçek. Çocuğunuzla sıkıntılı olduğunuz süreçleri de bu obje üzerinden deneyimleyebilirsiniz. Örneğin vuran bir çocuksa oyuncağın elini kullanarak vurma taklidi yapabilir bunun yanlış olduğunu bebeğe anlatarak bebeğin ''cici'' yapmasını sağlayabilirsiniz. Farklı oyuncakları kullanarak kurgulayacağınız bu rol oyunları direk çocuğunuza ''hayır'', ''yapma'' demek yerine doğru hareketi anlatmak adına güzel bir yöntem.


Aktivite Boya Köşesi:
 
Evimize ufak bir masa ve ufak iki sandalyeyle bir aktivite köşesi kurdum. Bunun yararlarını da yavaş yavaş anlıyorum. Masamızda boya kitaplarını ve kağıtlarını boyuyoruz. Boya malzemeleri o masanın dışında bir yere çıktığı zamansa bu boyaların sadece orada kullanılabileceğini anlatıyor gerekirse boyaları alarak aktiviteyi sonlandırıyorum. Bu tarz bir köşe hem kural koymanıza yardımcı olacak hem de çocuğunuz boya vb. bir aktivite yapmak istediğinde bu alana giderek size ne yapmak sitediğini kolayca anlatacak. Kurduğunuz masada kağıt veya boya kitabı yerine masa veya sandalyeyi boyamak isteyebilir. Buna izin verin. Sonuçta alan onun. Yemek masanızı boyamadığı sürece kurallar dahilinde :)



 

Her çocuk bir birinden farklı gelişim sergiliyor. Aktiviteler konusunda çocuklarımızın üzerine fazla yüklenmeyi gereksiz buluyorum. Her aktiviteyi anlayamayacağı gibi her aktiviteyi yapmak istemeyebilir de... Biz görevlerimizi yerine getirip çocuklarımızı televizyon, telefon ve tabletlerimizden uzak tuttuğumuz sürece çocuğumuz zaten belirli bir aktivite ihtiyacıyla bize geri dönecek ve henüz konuşamıyorsa bile bize ne istediğini vücut diliyle anlatacak. Aktivitelerinizi sadece kendinize değil çocuğunuza göre de şekillendirin. Unutmayın önemli olan sadece her saniye onunla birlikte olabilmek değil, önemli olan birlikte olduğumuz zamanları verimli şekilde geçirebilmek.

 

Sevgiler...
 

 
 

Paylaşananne

22 Eylül 2014 Pazartesi

Bebeğimi Zehirleme!




16 ayl
ık oldu Efe. Koca 16 ay geçti...

Tabi bu aylarda bir çok şey değişti.

Benim bazı konulardaki katı tutumlarım yumuşadı. Bazı yumuşak tutumlarımsa katılaştı. Bunlar duygusal değil tamamen mantıksal değişiklikler baktığınızda. Çünkü benim amacım oğluma doğruyu yanlışı elimden geldiğince doğru bir şekilde anlatmak. Örneğin uyuma konusunda hala çok yumuşak olmamakla birlikte zaman zaman saatleri gevşetebiliyorum. Özellikle evde birileri olduğunda veya Efe öğle uykusundan daha geç uyandığında 20:00 limitimiz Efe'nin uyku tepkisine göre ileriye gidebiliyor. Yavaş yavaş kendi uykusunun geldiği zamanı öğrenmesini bunu da bize gözlerini kaşıyarak değil, kelimelerle anlatmasını istiyorum. Nitekim böyle de oluyor. Saat biraz ilerleyince Efe salondaki yastığı yere atıp kafasını yastığa koyup ''E e eee?'' diye bize sorabiliyor.

Yemek konusunda da önceden daha programlıydım. Günlük alması gereken besin miktarlarını çok ciddi şekilde dengelerdim. Hala haftalık miktarlara önem veriyorum. Balığını, etini, sebzesini eksik etmiyorum. Ancak bazı günler tamamen programın dışında beslenmesine izin de veriyorum. Bu konuda katı olduğum tek noktaysa hazır gıdalar ve abur cuburlar!Efe yazın kumsalda yediği iki üç balık kraker ve bence her çocuğun tatması gereken dondurma :) dışında abur cubur yedirilmeyen bir çocuk. Yedirilmeyen diyorum çünkü önüne abur cubur gıdalar koysam hayır demeyeceğine eminim. Bu konu benim çok hassasiyet gösterdiğim bir konu. Elimde imkanlar varken ve Efe'nin beslenmesi benim kontrolümdeyken beslenmesinin sağlıklı olmasını istiyorum. Hele çikolata, şeker, cips gibi gıdaları onun yanında ben bile tüketmemeye gayret ediyorum. McDonalds ve diğer zincirleri saymıyorum bile. Çocuğumu ellerimle zehirlemenin en pratik yolu olabilecek bu zincirlerin mama sandalyesine bile oturtmam Efe'yi bu konuda bu kadar netim.
 

Gel gör ki...


Herkes benim kadar hassas de
ğil. İnsanların kendi çocuklarıyla ilgili olsa bile bu konuda hassas olmayışları içimi titretirken bu başı boş tavrı benim çocuğuma karşı sergilediklerinde bende ipler kopuyor.Yaz tatiline çıktığımızda yan şezlongumuzda bir çift vardı. 2 yaşında kızları varmış. Anneanneye bırakmışlar. Efe'yi sevdiler biraz, biraz muhabbet kurdular. İki üç muhabbet derken 2 yaşındaki çocuk annesi gofret paketini uzatıverdi Efe'ye. ''Efe yemiyor çikolata!'' dediğimde. ''Ay öyle sanıyorsundur da belki de çok seviyor. Bak benim kız bayramda bir kutu çikolatayı bir günde bitirdi.'' dedi. Bilinç bu kadar yani... Benim Efe'ye bunu vermediğimi değil Efe'nin sevmediğini düşünüyor ve daha da ötesi bu gofreti bana sormadan oğluma verme hakkını buluyor kendinde. Bu konuda yaşadığım ilk şok edici olaydı dolayısıyla tepkimi de tam belirleyemeyerek ertesi gün kendilerinden uzak bir köşeye oturmayı tercih ettim.Takip eden hafta İstanbul'a döndüğümüzde Migros çıkışı en fazla 2 buçuk yaşında kızını pusete oturtmuş bir anne Migrostan çıktığı gibi koca paket cipsi açıverdi. Hop hop yiyor kız. Efe ''Mamaa'' demeye başladı tabii kadın da hemen pakete yeltendi. Başta bu konuda benim kadar katı olmayan ama yavaş yavaş yaşadıklarımızla birlikte neden bu tepkileri verdiğimi anlayan eşim ''Biz cips vermiyoruz!'' dedi. Kadın omuz silkti. İki dakika sonra bana dönüp ''İstiyor ama yaa mama mama diyip duruyor.'' dedi. ''Biz vermiyoruz!'' dedim, ''Bence siz de vermeyin!''. Tabi nasıl öldürücü bir bakış aldığımı tahmin ediyorsunuzdur...

Köpek sahibi bir insan olarak başkasının köpeğine bile yemek vermem. Veya elimde artan bir yiyecek varsa sahibine ''Yer mi?'' diye sorarım. Çünkü olabilir, köpek sadece kuru mamayla beslenen bir hayvandır ve normal gıda onu rahatsız ediyordur. Başkasının evcil hayvanıyla ilgili bile ben bu kadar hassasken benim çocuğuma bana sormadan verilen yiyeceklerin önüne nasıl geçeceğimi gerçekten sorguluyorum. Hele Efe büyüdükçe karşı tarafın ne teklif ettiğini anladıkça ve benim karşılığında verdiğim tepkiyi duyunca... Acaba onu bu yiyeceklerden uzak yetiştirdiğim için tutturmayacak mı yoksa engellediğim için bana kızacak mı? Ve tabii hangi noktaya kadar bunu gerçek anlamda engelleyebileceğim? Hangi noktadan sonra Efe'ye bunların zararını anlatabileceğim?

Aklımdaki tüm bu soru işaretlerinin sebebi farkındaysanız diğer insanlar!

Benim evimde yaşamayan, çocuğumla hiç bir bağı olmayan bu insanlar yüzünden ben kara kara düşünüyorum.Başta blogu okuyan annelerden rica ediyorum. Lütfen çocuklarımızı hazır zararlı gıdalardan koruyalım! Çocuklarımızı ellerimizle zehirlemeyelim! ''Çocuk istiyor amaaa...'' diye bir şey yok sevgili anneler. Çocuklar bir çok şeyi istiyor ancak onlara hepsini veremiyoruz değil mi? İkincil olarak ta sevgili zehirleyiciler! Lütfen kimsenin çocuğuna yiyecek vermeyin. Hatta sağlıklı bir yiyecekse bile önce çocuğa göstermeden ailesine sorun! Dalından kopardığınız meyveyi şirin mi şirin bulduğunuz bir çocukla paylaşmak isteyebilirsiniz; ancak çocuğun bu gıdaya alerjisi olup olmadığını veya ailenin buna izin verip veremeyeceğini bilemezsiniz.

Ülkemizi veya ülkemiz insanlarını yermeyi hiç bir zaman sevmem. Ancak yurtdışında benzer bir durum yaşansa mahkemelik bir durum haline bile gelebilir. Başkasının çocuğunun yanağından makas alıp kafasını okşayamazsınız ki elinizden yemek vermek de nereden çıkmış? Biz malesef toplum olarak bu konuda çok çok bilinçsiziz! Çocuk ne yerse yesin yeter ki yesin mantığıyla yola çıkıp saçma sapan zehirli gıdaları mideye indirdikçe ''Yarasın kuzuma!'' diyen insanlar var. Yaramaz söyleyeyim, yarayamaz..

Ben bu konudaki sert tavrımı gün geçtikçe ve böyle olaylarla karşı karşıya kaldıkça daha da sertleştirmeye karar verdim. Birilerinin aklına sokuncaya kadar, birileri ne hissettiğimi anlayıncaya kadar veya hiç bir şey anlamayıp benim sinirimden dolayı utanıncaya kadar... Kim kızmış kim küsmüş umrumda da değil söz konusu olan benim çocuğum, benim çocuğumun sağlığı. Gerisi boş.

Sağlıklı öğünler ! 

Paylaşananne
 
 

18 Eylül 2014 Perşembe

Kreş Seçimi, Güven Seçimi !





Instagram üzerinden paylaştığım Efe'nin kreş fotoğraflarına çok soru geliyor. Annelerin bir kısmı bakıcı ve kreş arasında bir tercih aşamasında, bir kısım ise bu yaşların kreş için erken olup olmadığını irdeliyor.


Ben size kendi deneyimlerimi aktarmak isterim. Yararım dokunursa ne mutlu bana.


Efe 5 aylıkken işe başladım. Efe'ye kimin bakacağı soru işareti olmadı benim için çünkü çalıştığım yerin kendine ait bir kreşi vardı. Günde üç kez Efe'ye yemeğini yedirmek ve onu emzirmek için gidebiliyordum. Hatta çoğu zaman uyutup öyle bırakıyordum. Bu gerçekten bulunmaz bir nimet oldu benim için. Bu alışma sürecini ikimiz birden daha kolay şekilde atlatabildik.
Şirketin içerisindeki kreşimiz aslında daha ziyade bir 'bakım evi' olduğu için,belirli bir süreden sonra Efe'nin gelişimini takip ettiğimde buranın onun isteklerine yanıt veremeyeceğini düşünmeye başladım.

Peki nasıl bir yer benim idealimdeki yer olabilirdi? Kreş yerine konusunun uzmanı bir bakıcıyla yola devam etmek daha mı doğru olurdu?


Bakıcı fikrini bir gün içerisinde aklımdan sildim. Oğlumu tanıdığım için evde benimle olduğu zamanlarda bile kolaylıkla sıkıldığını, kalabalık aradığını, sürekli bir aktivite içerisinde olmak istediğini biliyordum. Tüm bu beklentilerin konusunun uzmanı bile olsa tek kişi tarafından karşılanamayacağına karar verdim. Bu yüzden ''ideal'' kreşi bulmak için kolları sıvadım.
Biraz okudum(tamam tamam bayaa okudum), biraz kendim düşündüm...

Bir kere bulacağım kreşte sınıf mevcudu ve okul mevcudu çok önemliydi. Efe henüz 14 aylıktı ve yoğun bir ilgiye ihtiyacı vardı. İkinci olaraksa Efe küçük bile olsa gideceği kreş Efe'nin yapacağı aktiviteleri önemsemeliydi. Öyle oyuncakları önüne koyup geçmelerini istemiyordum. Belki oğlum ne yaptığını tam olarak anlamayacaktı ama ben bir anne olarak ona ne yaptırdıklarını, yapılan aktivitelerin Efe'nin gelişimine sağlayacağı katkıyı bilmeliydim. Üçüncü bir mesele beslenmeydi benim için. Efe'yi bu zamana kadar kendi pişirdiklerimle sağlıklı bir şekilde beslemiş, abur cuburdan uzak tutmuştum. Bazı kreşlerdeki jelibonla, çikolatayla ödüllendirme sistemini, haftada 1 gün yapılan abur cubur günlerini duydukça tüylerim diken diken oluyordu. Arada bir iki parça yemesini de hazmedemezdim o yüzden beslenme düzeninin benim mantığımla paralel olmasını istiyordum.

Ve son olarak ve bence en önemli kriterim: Efe'yi sevmeleriydi!

Bunun anlayamayacağınız bir kriter olduğunu sakın düşünmeyin çünkü anlarsınız. Eğer anneyseniz çocuğunuza yapmacık davranan insanları hemen tespit ettiğiniz gibi onu içten seven insanları da bir bakışta ayırt edebilirsiniz.


Aklımda kriterlerim oluştuktan sonra çevredeki kreşleri tek tek aramaya başladım. Kimi kreş 2 kimi kreş 3 yaş altını kabul etmediği için baştan elemek durumunda kaldıklarım oldu. Telefonda konuştuğum kişiden iyi elektrik alamadığım durumlarda yaşadım, buralara görüşmeye bile gitmedim. İnternet taramaları ve telefon konuşmaları sonucunda 4 kreşe kadar indirdik listeyi ve karı koca, Efe de yanımızda, gezmeye başladık.


Adı çok duyulmuş popüler kreşlerden, henüz kimsenin duymadığı kreşlere kadar uzun bir yolculuk oldu bizimkisi. Türlü sebeplerle elemelerimize başladık. Bir kreşi binasının kaldırmayacağı sayıda çocuk bulundurması, aynı zamanda anlayamadığım büyüklükte bir tv odası vardı bu kreşte, başka bir kreşi gereğinden fazla kurumsal tavırları, bir tanesiniyse tamamen hislerimiz sebebiyle eledik. Belki de bu işi başaramayacağımız dediğimiz noktadaysa Efe'nin şu anda gittiği okuluyla tanıştık. Karı koca yüzümüz gülümser bir şekilde okulun sahibiyle tanışmak istedik. Okulun sahibi geldiğindeyse gülümsemem yarı ağlamalı bir şekle büründü çünkü okulun sahibi benim ortaokul öğretmenimdi!

Nasıl bir tesadüf! Nasıl bir hissiyat! Bu sebeple o meşhur kriterlerime okul sahibinin de eğitim kökenli birinin olması gerektiğini ekleyiverdim hemen.


Efe şu anda Beylikdüzü - Beykentteki İlk Filiz Anaokulu (Little Smarts' Garden) 'na gidiyor.

 


Başladığımız ilk haftaların kolay olduğunu söyleyemeyeceğim. Değişiklik kaynaklı ufak krizler yaşadık. Ancak bu haftalarda başka bir yerde olsa çocuğumu alıp gidebilecek bir pozisyondayken buradaki öğretmenlerin beni sürecin normalliğini konusunda telkin etmesi ve Efe'nin uyum sağlaması için ellerinden gelenin de fazlasını yapmaları sayesinde bugün mükemmel bir düzen kurmuş durumdayız.


İlk Filiz'e başlamadan önce aklımda oluşan kriterleri burada geçirdiğimiz 2 ayın ardından tekrar düzenlemek ve sizlerle paylaşmak isterim. Bu kriterlerden bazılarının doğru yeri seçmenize bazılarınınsa bulunduğu yerin doğru yer olup olmadığını anlamanızı sağlayacağına inanıyorum.


1-Göndereceğiniz kreşin 'butik' sayılabilecek bir yer olmasına dikkat edin! Efe'lerin okulda her sınıfta 2şer öğretmen bulunuyor. Bunun dışında branş öğretmenleri de günün belirli saatlerinde eşlik ediyorlar. Okuldaki tüm öğrencilerin bir araya geldikleri saatler de olabiliyor ve bu göze batmıyor çünkü okul mevcudu kaldırabileceklerinin üzerinde değil.


2-Çocuğunuzun kreşe başladıktan sonraki 3-4 haftalık gelişimini takip edin! Efe kreşe başladıktan 2 hafta sonra yürüme konusunda hız kazandı ,ki bu da bana oğlumu tüm gün mama sandalyesinde oturtmadıklarını gösteren bir kanıttır. Bununla birlikte söylediği kelimeler de netleşti. Hele öğretmenlerinin isimlerini öğrenmesi benim için başka bir mutluluk sebebidir.


3-Okul ile iletişiminizi kaybetmemeniz gerek. Bunun için de sizin değil okulun çaba göstermesi lazım! Efe kreşe başladığı ilk haftalarda ağlama krizleriyle gidiyordu. Daha bir saat dolmadan telefonum çalar okul arar ''Siz gittikten 10 dakika sonra sustu. Şu anda keyfi yerinde yemeğini yedi'' gibi hızlı bilgiler verirlerdi ki bu beni çok rahatlatıyordu. Bunun sonrasında kreşte iki defa düştü. İkisinde de öğretmeni arayıp nasıl düştüğünü ve nasıl müdahale ettiklerini anlattı. Bu arada her iki düşüş te yarasız düşüşlerdi. Yani onlar söylemese benim anlamayacağım türden.
Bunlar duruma özel iletişimler tabi ki. Ancak genele vurduğumuz zaman okulun facebooku aktif olarak kullanması da bir iletişim kaynağı. Günde 3-4 kez güncellenen fotoğraflar çocuğunuzu takip edebilmeniz, yapılan aktiviteleri görmeniz adına çok güzel bir yöntem. Buna ek olarak Efe'lerin okulda bir dosya sistemimiz var. Her gün dosyasına o gün sabah, öğlen, ikindi yemeklerini yiyip yemediği, uyuyup uyumadığı, hangi aktiviteleri yaptığı, genel durumunun nasıl olduğu ve kreşte bir eksiği var ise bunlar işleniyor. Anne olarak on tane soruyu aklınızda tutmak yerine soruyu sormadan cevabınızı alabiliyorsunuz.


4-İnatçı kreşlerle işiniz olmamalı! Çocuğunuz bir gün yemek yemek istemeyebilir, uyumak istemeyebilir, aktivitelere katılmak istemeyebilir. O henüz bir çocuk! Her gün her şeyi kabul etmesini beklemek çok komik olmaz mıydı? Gezdiğim kreşlerin bazılarında ''Uyumazsa ne yapıyorsunuz?'' dediğimde ''Uyumama durumu olmuyor, öyle veya böyle uyuyor.'' gibi yanıtlar aldım. Nasıl yani? Benim Efe'yi uyutamadığım durumlar oluyor hem de haftada bir. Bu durumda ''öyle veya böyle uyuyor'' sözü bence oldukça tehditkar. Efe'nin kreşindeyse uyumadıysa oyun odasında öğretmeni eşliğinde oynayabilir. Uykusu tekrar geldiğinde ''Ah uyku saati geçti kaybettin!'' demiyorlar ve ellerinden geleni yine yapıyorlar. Bu sistem kuralların çok dışına çıkmamak kaydıyla yemek vb durumlar için de geçerli.


5-Aktivite eğitim programını hafife almayın, profesyonel bir şekilde hazırlandığından emin olun! Geçen hafta Efe'nin veli toplantısına gittim. Bunu yazarken bile bayaa gülüyorum; ancak baştan ''Bu yaşta çocuğun veli toplantısında acaba ne yaparım?'' dediğim toplantı inanılmaz işime yaradı. Kreşin belirli bir aktivite sistemi olduğunu biliyordum ancak bu sistemin konunun uzmanı kişilerle yürütüldüğünü bilmek beni çok mutlu etti. İki gün sonra izlediğim facebook videosunda İngilizce öğretmeninin önünde oturan Efe'nin söylenen İngilizce şarkıya eşlik edemese de meraklı gözlerle izleyip dinlediğini görmekse gerçekten mutluluğumu daha da artırdı. Keza sadece dil konusunda değil, yaptıkları psikomotor gelişimini destekleyen aktivitelerin ne denli güzel kurgulandığını da gözlemleyebiliyorum. Çocuğa aktivite vermenin pastel boya ve kağıttan ibaret olmadığının kanıtı oldu okulumuz.


Bizler anneyiz!
Şüphesiz hepimiz çocuklarımız için en iyisini istiyoruz.
Çocuğumuz için işimizi bırakabiliyoruz veya yine çocuğumuz için çalışmaya devam edebiliyoruz.
En kıymetlilerimize annelerimiz bakabiliyor, kimimizin böyle bir şansı olmuyor doğru bakıcıyı bulmaya çalışıyoruz. Kimimizse bakıcı yerine kreşi tercih ediyor, bir hissiyat oluşuyor içinde tarifi yok pek... Ben bu üçüncü kişiyim. En başından beri içimdeki hissiyata hep güvendim ve bakıcı kreş arasındaki kafa karışıklığını aşıp Efe'yi emanet edeceğim yere de böyle karar verdim.
Çocuklarımızdan ayrılmak hiç bir gün kolaylaşmıyor. Ancak onları bıraktıktan sonraki güven hissi bıraktığımız bir yerden diğerine göre çok büyük farklılıklar gösterebiliyor.


Doğru yeri bulmanız dileğiyle...
 
Sevgiler


Paylaşananne

not: Kreşlerle ilgili sorularınız için paylasananne@gmail.com üzerinden bana ulaşabilirsiniz :)






 


14 Temmuz 2014 Pazartesi

1 Yaş Sonrası Beslenmeye Dikkate Devam!


Çocuklarda bir yaş sonrası beslenme olayı tabi ki daha kolay. Yasaklı gıdalar azalıyor, sizin anne olarak deneme cesaretiniz artıyor. Bebeğin de dişler arttığı için çiğnemek de daha kolay bir hal alıyor.
Ama bir yandan da beslenmeye farklı bir boyuttan bakmak gerekiyor artık. Çünkü karşınızdaki minik birey(!)in damak tadı gün geçtikçe gelişiyor, sizin yediklerinize ilgisi artıyor, bununla birlikte etrafında gördüğü abur cuburlara ilgisi de artıyor şüphesiz.

Bu noktada kendi deneyimlediğim birkaç noktayı, öneriyi sizlerle paylaşmak isterim.

1. Sebze çorbaları, püreleri hala hayatımızda  : Bebeklere katı, taneli gıdaları biraz daha zahmetli yiyorlar. Zahmet arttıkça yedikleri miktarda azalıyor. Taneli gıda baştan itibaren çiğneme ve yutma gelişmesi için çok önemli ancak yaptığımız sebze pürelerinin içeriği de çok zengin. Bu sebeple siz hala elinizden geldiğince günün bir öğününde sebze püresini atlamayın.

2.  Bebeğinizin damak tadıyla sizinkisi bir olmak zorunda değil: Birçok anneden ‘’Kendim tadını sevmediğim şeyi çocuğuma yedirmiyorum’’ diye duyuyorum. Zararı olan hazır bir gıdaysa bunu tabi ki anlarım. Ama ‘’Ben et yemiyorum o yüzden yedirmiyorum’’, ‘’Ben kendim balıktan nefret ederim kokusunu bile sevmiyorum o yüzden o da sevmez.’’. Bizim çocuklarımız adına (yine üzerine basarak söylüyorum ‘’zararlı olmadıkça’’ ) böyle kararlar vermemizin doğru olmadığına inanıyorum.
Çocuk denemeyi kendi yapmalı. Kendi karar vermeli.

3. İstemediği yiyeceklerle ilgili verilen mücadeleler: Bir annenin çocuğunu yere yatırmak suretiyle ağzına yoğurt tıktığına tanık oldum ben. Abartısı falan yok. O kadar şaşkın bakmışım ki ‘’Bir kaşık yoğurt bile yediremiyorum’’ dedi. ‘’Diğer yemeklerle de böyle mi arası?’’ dedim. ‘’Yok maşallah diğerlerini iştahlı yiyor.’’ dedi. Hani çocuk hiçbir şey yemese biraz biraz anlamayı deneyebilirim. Hani en azından ‘’Yemeyen çocuk nasıl bilmiyorum demek böyle oluyor insan.’’ diye düşünebilirim. Ama bir çocuk zaten yiyorsa bir gıdayı bu kadar takıntı haline getirmenin bir anlamı olmadığını düşünüyorum. Çocuğu çığlık çığlığa zorlamak bu durumu iyice kötüleştirecektir.

4.Yemiyor bari fast-food yesin aç kalmasın: Minnak çocukların fast food yemesini benim bünyem kaldırmıyor. Artık yasaklılar ortadan kalktı demek mcdonaldsa koşabileceğiniz anlamına gelmiyor. 2 yaşında bile değil mama sandalyesinde mcdonaldsda, önünde bir büyük boy patates bir çocuk gördüğümde tüylerim diken diken oluyor. Kontrol sizde olduğu sürece fast fooddan uzak durmak en iyisi, hele bu fastfood olayının sağlıklısını evde yapabiliyorken. ..

 
Günlük Örnek Menü:

Sabah kahvaltısı: Tek tek yeniliyorsa bizim yaptığımız gibi standart kahvaltı. Püre yiyorsa (Efe’ye bazen püre veriyorum.) farklı karışımlar deneyebilirsiniz. Efenin en sevdiği karışım: Yumurta sarısı, avokado, pekmez, tam buğday ekmeği karışımı. İsteğinize göre su veya ıhlamurla ıslatabilirsiniz.

Öğle Yemeği: Sebze Püresi + yoğurt. (Efe’nin favori sebze püresi ıspanak, patates, havuç, arpacık soğanı, makarna lütfen tahıl karışımı, kemik suyu tablet (kendim yapıyorum))

Akşam Üstü: Meyve + devam sütü

Akşam: Izgara + yoğurt veya Izgara + Makarna olabilir. Efe’ye haftada 2 gün balık, 1 gün tavuk, 2 gün kırmızı et ızgara yapıyorum. Et yapıyorsam yanına tam buğdaylı sebze makarnası, balık yapıyorsam yanında kuru soğan salatalık domates, tavuk yapıyorsam yoğurt yediriyorum. Bunun dışında bazen her hafta bazen iki haftada bir sakatat (kuzu ciğeri veya dalak) ta haşlanmış veya ızgara şeklinde veriyorum.

Somon tarifi: Somon balığını az zeytinyağı, bir diş sarımsak ve dereotunu karıştırarak sosluyoruz. Fırına veriyoruz. Yarım saat sonra miissss gibi bir balığımız oluyor. 1 tane somonu pişirip Efe’yle ortak yiyoruz J
 

Yatarken: Süt (ben hala devam sütü kullanıyorum)

 Kısa kısa notlar:

1-      Yaz dönemi çocukları yoğun yemeklerle yormamak gerek. Paylaştığım menü genel bir örnek. Bu aylarda havalar böyleyken daha yumuşak yiyecekleri tercih ediyorum. Kiraz, soğuk sütlaç, ızgara balık, salatalık, domates, karpuz bu aralar favorilerimiz. Sütünü bile normale göre daha soğuk veriyorum

2-      Bol su!!! Çocuklara mütemadiyen su teklif etmek gerek. ‘’Oğlum su içer misin?’’ dediğimde çoğunlukla pıt diye poponun üzerine oturup suyu kafaya dikiyor.

3-      Tavuk seçimi çok önemli! Tavuk vermiş olmak için verecek, organik tavuk almayacaksak o zaman hiçbir anlamı yok.

4-      Etinizi balığınızı alırken mutlaka ‘’bebek için’’ diye söyleyin.

 
Afiyet Olsun J

 

Uyumak Veya Uyumamak, İşte Bütün Mesele Bu!


Bu aralar bloguma yazmadığımla ilgili çok fazla sitem mailı alıyorum. Bu sitem mailları için öncelikle teşekkür ederim yokluğunun hissedilmesi ve bunun bana yansıması gerçekten çok gurur verici. Hayatımda ufak çaplı bir değişiklik yaşıyorum (hayır hamile değilim J) gecikmelerin sebebi ondan sebep. Artık bu konuyla ilgili daha dikkatli ve özenli olacağım sözüm söz.


Efe’nin son dönemlerde iyiye doğru giden uyku düzeninden ve bu düzeni nasıl oluşturduğumuzdan bahsedeceğim bugün sizlere. Umarım uykusuz annelere bir miktar da olsa yardımcı olurum.

Öncelikle size şunu söylemek isterim ben uyku eğitimini tasvip eden bir anne olmadım hiçbir zaman. Zaman zaman girişimlerim oldu ama Efe’nin vere bileceği tepkiyi anladığım anda geri adım atmayı tercih ettim. Yani benim bugün geldiğim yöntem bir yerden alıp uyguladığım istikrarlı bir uyku eğitimi değildir. Benim için işe yarayan, uyarlanmış bir yöntem sadece. O yüzden ahkam kestiğim veya profesyonel yardım verdiğim düşünülmesinJ

Efe’nin uyku düzeni hiçbir zaman iyi olmadı. Hatta itiraf edeyim uykusuyla ilgili düzgün olan tek şey 20:00’de uyku haline geçmesi oldu. Bunu da kendi isteğiyle değil yarım saat meme emerek yaptığı için bu uyku seansları benim için gerçekten de çekilmez bir haldeydi. 20:00’de memede yapılan uyku arkasından yarım saat sonra gelen bir ağlama krizi, on beş dakika morararak ağlayan bir çocuk…Memeden yatağa, yataktan hamağa, hamaktan ana kucağına, ana kucağından gerçekten kucağa, oradan tekrar memeye…. Döngü bir süre sonra korkunç bir hale gelmeye başladı. Buna bir de gece yarısı uyanıp 1-2 saat ayakta kalan bir çocuk eklenince karı-koca ‘’Biz ne yapacağız?’’ çaresizliklerimiz, sonrasında bir birimizi avutmalarımız…

Tam bu düzene söylenirken bir akşam Efe meme emmek istemedi.
Mama verdik, onu da istemedi.
Sadece bir gecede uyku desteklerimizin en önemli ikisi elimizden alınmış şekilde ortada kaldık.
Efe o akşam aramızda kendini oradan oraya atıp 02:00’de uyuyakaldı.
Ertesi gün yine meme, mama kabul etmedi.
Hamağa yatırdığımız anda kriz geçirdi. O akşamı da odada yarı oyunlar, yarı şarkılarla geçirip bu sefer 1 civarında bayıldı kendisi.
Ve sonraki gece yine aynı durumlar. Bu sefer 00:00 civarı uykuya geçiş...
Bir sonraki akşam 23:30… Birkaç akşam daha bu şekilde…

Sonraki akşam artık bir karar vermemiz gerektiğini anladım. Efe ‘’bir şekilde’’ kendi başına uyumaya başlamıştı ama onun bu çabası karşılığında biz panik iki tiptik. Sürekli taktik değiştirip Efe ne istiyorsa onu yapıyorduk (yataktan inmek istiyor oyuna başlıyoruz, su istiyor su veriyoruz, ayağa kalkmak istiyor ayağa kaldırıyoruz). Bir yandan da Efe tekrar meme ve mama istemeye başlamıştı. Bu da bir karar aşamasıydı. 5 gündür emzirmemiştim. Efe geç bir saatte olsa da kendi başına uyuyordu ve bu saat her gün daha iyi bir noktaya gidiyordu. Tabii bu 5 akşamdır gece kalkışlar yok denilebilecek kadar az bir seviyeye gelmişti.  Hem bizim hem de Efe’nin aklı karman çormandı. Bu sebeple Murat’la birlikte memeyi Efe’nin hayatına tekrar sokmama kararını verdik. 13 aylık meme maceramız da bu şekilde noktasını bulmuştu.

Geceyi kurguladık anne-baba. Efe’yi aramıza alıp çocuk şarkıları dinletecek ,yataktan inmesine  asla izin vermeyecektik. Uykusu geldiğini anladığımız noktada mamasını (devam sütü) içirip sonrasını gözlemleyecektik.

Efe’yi saat 21:00 gibi alıp odaya çıktık. Birlikte şarkıları dinledik. Efe bir süre sonra kendini bir babasına bir bana atmaya başladı. Artık uykusu geliyordu. Ve tabi yataktan inme çabaları da hemen başladı. Yataktan inmeye çalıştıkça tekrar aramıza yatırdık ‘’Pşşş pşşşşş’’ sesleriyle ve saçlarını severek devam ettik çabalamaya. Tabii Efe pes etmedi. O da ağlama krizleriyle karşılık verdi bize. Tam bu aşamada devam sütünü verdik. Sütünü bitirdikten sonra debelenmeler devam etti. Bir oturur pozisyona geçiyor, bir tekrar yatıyor. Hep babasıyla benim aramda. Pşşş pşş ve okşamalara devam ettik ve bu sefer beklediğimizden daha kısa bir sürede 22:30 gibi uykuya geçti.

Bu yöntemi her akşam nispeten daha da geliştirerek bugünlere geldik. En başlarda uyuduktan sonra uykusuna aramızda devam etmesine izin veriyorduk ancak sıcaklarla birlikte bu imkansız bir hale gelmeye başladı. Yeni programa göre saat 20:45 gibi yatağa çıkıyor, 10 dakika şarkı dinliyor (Efe aramızda olacak şekilde), Efe artık şarkı dinlemek istemediği uyku ibarelerini gösterdiğinde sütünü veriyor ve saçlarını okşayıp pşş pşşşlara başlıyoruz. Yaklaşık 21:30 gibi uykuya geçmiş oluyor. Uykusu derinleştikten sonra yatağına alıyoruz. Çoğunlukla 02:00 civarı hafif mızıldanıyor sütünü veriyoruz, tekrar kendisi uykuya geçiyor. Hafta arası kreşe gittiği için sabah 07:15 gibi biz uyandırıyoruz. Hafta sonu uyanma saati 08:00i buluyor.

Benim şu anda takip ettiğim bu yöntem bütün annelere uymayacaktır. Sonuçta uyku saatinde şarkılar var ki bir çok eğitim bunu desteklemiyor, onun yerine daha hafif masal gibi bir aktivite öneriyor uzmanlar. Efe masal seven bir çocuk değil henüz ben bu sebeple şarkılardan yana kullanıyorum hakkımı.
Gece kalktığında hala besleniyor. Bunu doktorumun da tavsiyesiyle kesmiyorum henüz. İçgüdülerim gece sütünü almazsa huzursuz olacağını söylüyor. Bir kere uyanıp 1 dakikada süt içmesinin de bana hiçbir zararı yok.
Sabaha karşı uyanıp yanımıza gelmek isterse veya akşam yatağına koyduğumuzda vızıldanırsa yanımızda yatmasına izin veriyorum. Açıkçası yanımızda uyumasının zorluklarından çok güzel hislerini yaşadım şu ana kadar.
13 ay boyunca memede uyuttum Efe’yi. Kimi akşam 1 saat aralıksız emzirdim. Kimi akşam 10 kez kalktı tekrar memeye dönmek için.Hamakta salladık, yetmedi çarşafta salladık. Ayakta sallama döneminiyse hafızamdan silmeye çalışıyorum hala J
3 saatlik uykularla geldim işime. Gece kalkıp 3 saat ayakta kaldığım oldu.

Ancak bunları yaşadığım için hiç pişman değilim!
Ben uyku eğitimini tercih etmedim, bizim için doğru olmayacağını düşündüm ve bir gün geldi ki oğlum benden daha cesaretli davranıp artık destekle uyumak istemediğinin sinyallerini verdi bize.
Sinyalleri anlamaya çalışın! Bu gerçekten çok önemli. Sinyali aldığınız anda da cesaret gösterip onunla iş birliği içinde çalışın. ‘’Benim oğlum 1 sene sallandı, memede uyudu hayatta kendisi uyuyamaz.’’ demeyin.

Ve lütfen akışına bırakın! Okuduğunuz hikayelerden kendiniz için bir şeyler çıkarın ; ancak ‘’Niye benim çocuğumda bu yöntem olmuyor?’’ diye hayıflanıp yaşadığınız güzel anları kaçırmayın.

Huzurlu ve sağlıklı uykular bebekler!

 
Paylaşananne



 

14 Haziran 2014 Cumartesi

Babammm...Kocammmm...Sizedir bu yazı!


 

Benim çok şanslı bir çocukluğum oldu.

Sonra da çok şanslı bir gençliğim.

Şimdi kendimi tam olarak nasıl sıfatlandıracağımı bilemediğim bir dönemdeyim. Genç kadın falan olabilirim sanırım. Sıfatım her neyse fark etmez şu anda da çok şanslı olduğum bir dönem yaşıyorum ben.

Benim hayatımın her döneminin şanslı geçmesinin en büyük sebeplerinden biri ailemdir. Hatta belki de tek sebebidir. Hiçbir zaman sevgiyi ve ilgiyi benden esirgemediler. Hayatım her zaman manevi bir doygunlukla geçti. Özgür, kendini ifade edebilen bir birey oldum. Saklamaya gizlemeye yalan söylemeye mecbur bırakılmadan büyüdüm.

Bu anlattıklarımın tam tersi şekillerde büyüyen birçok kişiye de tanık oldum.

Bu tanık olduğum hayatlardaki bastırılmış ruh halinin sebebinin de çoğunlukla babalar olduğunu gördüm maalesef. Anne figürü kolay olandı hep, baba figürleriyse zor olan. Yalan söylenen, korkulan babalar vardı her yanımda. O zaman da anlam veremezdim, şimdi de veremiyorum. Bir baba neden korkulan insan olmak ister? Niye zor, sert figür olmayı tercih eder? Bir baba neden oğluyla paylaşır da kızıyla paylaşmaya gelince iş tereddüt eder? Neden kızının tüm kararını, hayatını anneye teslim eder bir baba da sadece uzaktan izler? Neden dokunamaz bir baba çocuğuna? Sevemez? Sevdiğini söyleyemez?

Benim şansıma şans katan bir babam oldu hep!

Bugün hala şansımı büyüten bir baba!

Beni hep sevdi babam. Kimi zaman öperek, kimi zaman başımı severek, kimi zaman ‘’SENİ SEVİYORUM’’ diyerek.

Hala öyle sever.

Hala elimi tutar.

Hala kafamı öper.

Yalan hiç söyletmedi benim babam. Her zaman ‘’Ben sana güveniyorum, hayatta bana söyleyemeyeceğin hiçbir şey olamaz.’’ dedi, ‘’Olmamalı.’’. ‘’Yaşadığın her ne olursa olsun biz üstesinden geliriz, biz hallederiz!’’. Bu yüzdendir hala olan her şeyi babama anlatışım, ondan destek alışım.

Ben hiç korkmadım babamdan! Tartıştığımızda da korkmadım. Ne düşünüyorsam söyledim. O benim babamdı çünkü beni koruyan kollayan bir insandan neden korkayım?

Babam Berk ile ne paylaştıysa benimle  de aynısını paylaştı. Kız çocuk erkek çocuk ayrımı yapmadı hiçbir zaman. Hatta belki kimi zaman benimle daha da fazla paylaştı. Normal gündelik hayatı, yeri geldiğinde ilişkileri, yeri geldiğinde cinselliği, yeri geldiğinde haklıyı haksızı, yeri geldiğinde iyi insan olmayı, yeri geldiğinde kötü insandan uzak durmayı… Annem benimle ne konuştuysa eksiğini konuşmadı babam.

 Anne-kız, baba-oğul diye iki grup yaratmadı.

Bir aile yarattı benim babam!

Ben babamı hep severek büyüdüm. Hem de çok severek! Kokusunu tanıyarak, onu öpmenin ne demek olduğunu bilerek! Babam yanımdayken inanılmaz gururlanarak, onun da aynı gururu yaşadığını bilerek!

Şimdi durum yine aynı! Hatta belki daha bile fazla.

Artık bir kocam, bir oğlum, bir ailem var benim.

Ve tüm bu mutluluğun içinde yine var benim babam. İşten çıkıp ‘’Size geliyorum aman yemek yapmayın ben bir şeyler aldım.’’ deyip elinde on torbayla evimize gelen, ‘’Efe’ye bir salıncak alalım bahçeye’’ deyip bahçenin yarısına park kuran, oğlumun ilk kelimesinin ‘’Dede’’ olmasını sağlayan…. Benim babam hala seven, hala güvenen, hala kendisine güven duyulmasını sağlayan… Danışılan, mutlu eden, mutlu ettikçe mutlu olan… Benim babam!

 

Tabii tüm şansım bu kadarla da bitmiyor benim.

 Sabah bir uyanıyorum 8 saat deliksiz uyumuşum. Efe’nin yatağına bakıyorum hemen, yatakta değil. Demek ki uyanmış bir şekilde. Bir bakıyorum yanımda bir ayak. Kafasına bakıyorum babasının göğsüne doğru bir yerlerde… Yanda bitmiş bir biberon. Sırtına teri üzerinde kurumasın diye penye bir mendil sokulmuş. Saçları hafif yana doğru taranmış, belli ki sevmiş babası.

Murat’a çok defa söyledim ‘’Bırak bu akşam da sen deliksiz uyu ben kalkayım.’’ diye.

‘’Bana alışık şimdi…’’ dedi cevap olarak.

Hiç üstelemedim.

Bazen gece kalkışlara isyan ediyorum. Ertesi gün Murat ‘’Bu zamanlar çok kıymetli biliyor musun?’’ diyor bana. ‘’Evet yorgunluktan bayılacak gibi oluyorum bazen ama gece kalkıp uyumayınca çok çok öpebiliyorum Efe’yi, çok güzel oluyor.’’

Sadece geceleri de değil.

Sabahları oğlumuz uyandığında ona kocaman sarılmak için, öğlen işten beni arayıp ‘’Efe nasıl, öksürüğü devam ediyor mu?’’ demek için, akşam üstü koştur koştur bizi iş yerinden almak için, eve gittiğimize oğlumuza banyo yaptırdıktan sonra onu uzun uzun şefkatle kurulamak için, beni yorgun gördüğü anda ‘’Hadi sen biraz bahçeye çık nefes al biz oğlumla takılırız!’’ demek için, bir beni bir Efe’yi sevmek için Murat hep yanımızda!

Hayatta babama sahip olmam benim en büyük şanslarımdan biri…

Efe’nin Murat’a sahip olması da sadece Efe’nin değil benim de şansım…

Bence babalar günü kutlamasını her baba hak etmez. Ama hak edenleri de sonuna kadar takdir etmeli, sonuna kadar sevmeli bu özel günde.

Dünyanın iki özel babası!

Babalar gününüz kutlu olsun!

SİZİ SEVİYORUM!

11 Haziran 2014 Çarşamba

Sarı Buklelim...Minik Adamım...Kuzukuşum...

 
Efe artık 1 yaşında…
Doğum gününün üzerinden 3 hafta geçti ama yazmaya bir türlü fırsat bulamadım. Doğum günü hazırlıkları, doğum günü partisi, bir yaş aşıları derken şöyle birkaç satır yazmaya ancak vakit buldum.
Duygularım o kadar karışık ki…
Sanki bu bir sene çok çabuk geçti gibi hissediyorum bazen. Sonra sanki 28 senedir yanımdaymış, benimle birlikte doğmuş gibi…
Ama gerçek olan bir şey var ki 1 sene önceyle bugüne baktığımda, kat kat büyüyen bir sevgi var aramızda… Ve her geçen gün bir birimizi herkesten daha iyi tanıma, daha iyi anlama gücümüz artıyor. Artık onun ağlamasını, gülmesini takip etmeme gerek yok ne hissettiğini anlamak için. Gözünün içine bakmam yeterli. Aynı şey onun için de geçerli tabii... O da bana baktığında ne tepki vereceğimi biliyor ve ,umarım yanlış hissetmiyorumdur, benim onu ne kadar çok sevdiğimi her yeni gün daha iyi anlıyor!
Daha önceleri bir yazı yazmıştım. ''Ben erken doğum tehlikesi yaşadığımda gerçekten ‘’anne oldum’’''demiştim. Ne kadar da bilmiyormuşum hiçbir şeyi! Evet hamilelik muazzam bir duygu, evet hayatınızda ilk defa kendiniz dışında bir can için kendiniz kadar endişelenebiliyorsunuz, onu o kadar sevebiliyorsunuz! Ancak doğum mucizesi yepyeni duyguları getiriyor beraberinde. Artık ‘’kendiniz kadar’’ değil ‘’kendinizden çok çok daha fazla,kıyaslanamaz bir düzeyde’’ önemsiyorsunuz, o kadar seviyorsunuz o size ait gibi görünen ama aslında tamamen kendi başına yepyeni bir birey olan canı.
 
Benim güzel oğlum…
Sarı buklelim…
Güldüğünde dünyayı aydınlatan oğlum benim…
Ağladığında kalbimi parçalara ayıran minik adamım…
Hayatımda senin için yapmayacağım hiçbir şey yok bunu biliyorsun değil mi?
Bir senedir senin için neler yapabildiysem her yeni yaşında hayat devam ettiği sürece bunun binlerce katını yapmak istiyorum.
 
O kadar korkusuzum ki oğlum!
Şımarırsın diye korkmuyorum,
Değer bilmezsin diye korkmuyorum,
Beni anlamazsın diye korkmuyorum,
Çünkü biliyorum ki ben seni sevdiğim sürece hayatımız hep çok çok güzel olacak!
 
Kuzukuşum…Kumpirim…
İyi ki iyi ki doğdun oğlum!
Seni seviyorum!

12 Mart 2014 Çarşamba

Son Lokma Ekmeğin Bitmeden...



Seni son lokma ekmeğini yiyemeden öldürdüler çocuk!
Bakmadılar, önemsemediler...
İçlerindeki kin ve nefreti senden çıkarmaya çalıştılar
Öfkelerini böğür böğür kusmak
İşlerini hızlıca bitirip evlerine gitmek istediler.
Önemsemediler sen dönebilecek misin evine diye,
Önemsemediler sen o akşam yemek yiyebilecek misin diye...

Seni annenin sıcak bağrından söküp aldılar çocuk!
Annen kimdir düşünmediler,
Annenin ismi nedir önemsemediler.
Onlar için isimler değil soyadlar önemlidir çünkü
Bir annenin feryadı kaç yürek yakar bilmediler
‘’Annesine atarız suçu sokağa bırakan o değil mi?’’ deriz dediler
Öyle de dediler.
O yüzden sakın kemiklerini titretme çocuk!

Seni öldürürken aslında bize zarar vermeyi hedeflediler çocuk!
Piyon seçtiler seni
Onlar için kalabalık içinden bir kafaydın sadece,
Onlar kafanın içindeki saf temiz düşünceleri bilemediler
Onlar kalbinin içindeki sevgiyi göremediler
Onlar  seni öldürürken aslında hepimizi öldürmek istediler.


Rahat uyu diyemem sana çocuk!
Katillerin dışarılarda naralar atarken
Katillerin bu memleketi soyup soğana çevirirken
Katillerin her gün eve kazasız belasız ekmek aldırırken benim haddim midir sana rahat uyu demek?

Ama biz çocuk...
Biz o kadar da az değiliz.
Bir dolu anneyiz sana
Bir dolu arkadaş
Bir dolu yoldaş...

Sen son lokma ekmeğini yiyedur çocuk
Merak etme
O lokma bitmeden kavuşacaksın cennetine...