5 Ekim 2015 Pazartesi

Disney ve Anneler Buluşması: Sihirli Bir Gün!

11 Eylül'de ''Disney ve Anneler'' buluşmasında çok keyifli bir gün geçirdik. O gün için daha önceden yapılmış bütün programlarımı iptal ettim; zira Üstün Dökmen'in de katılımıyla gerçekleşecek ve benim için gerçekten çok önemli olan bu konuyu kaçıramazdım!

İlk bölümde Disney Pazarlama Direktörü Armağan Milli'den Disney'in içeriklerinde sunduğu değerleri ve Türkiye hedeflerini dinledik. Armağan Hanım kendi oğlundan da verdiği örneklerle çizgi filmlerin hayatımızda olan yerini bizlerle paylaştı.
Oğlunun brokoli yemesini sağlayan bir karakter varken hangi anne bunu paylaşmaz ki? :)


İkinci bölümde Üstün Dökmen'in masallar ve çizgifilmler ile ilgili
yorumlarını içeren konuşmayı dinledik. Üstün Dökmen çocukların hayatı deneyimleyerek yaşaması gerektiği görüşünde. Hayatı normal akışında yaşarken anlattığımız masallara veya izlediğimiz çizgifilmlerden çocuklarımıza bir takım olumlu değerler kazandırmak istiyorsak içerikleri onlarla beraber izleyip üzerine  konuşmamız gerekiyor. Çocuk bir çizgifilm izleyerek belirli bir seviyede bir farkındalığa sahip olabiliyor; fakat bu kalıcı bir şey olmuyor. Kalıcı olması için bunları birer ''sohbet konusu'' haline getirmemiz gerekiyor. Örneğin hepimizin çok iyi bildiği Sindirella’yı çocuğunuza anlattınız, sonrasında hikayeyi bitirip devam etmek yerine çocuğun bu hikayeden anladıklarını sormak, hikayenin vermek istediği mesajın
iletişimini çocuğumuzla kurmamız gerekiyor.


Benim çizgi filmler konusundaki fikrime gelince...
Efe doğduktan sonra ''TV'yi kapatalım'' paniği yaşamadık evde. Efe'nin televizyona bir ilgisi olmadığını görünce daha da rahatladık, kurallar koymak durumunda kalmadık. 2 yaşına geldikten sonra ufak ufak ilgilenmeye başladı televizyonla. İşte bu noktada bir anne olarak ben de elimden geldiğince araştırarak, irdeleyerek seçmeye çalıştım izlediklerini.

Benim bu noktada Disney markasına güvenim sonsuz!

Etkinlik sırasında sizlerden gelen soruları elimden geldiğince cevaplamaya çalıştım. En çok gelen ''Çizgifilmlerin subliminal mesaj verip vermediği'' konusunu Armağan Milli'ye sorduk. Kendisi bunun bir aslı olmadığını söylerek bunların hiçbir kanıta dayanmayan şehir efsaneleri olduğunu iletti. Bu
noktada kendisine katılmayanlarınız olacağını düşünerek şunu söylemek isterim ki televizyonu oyalayıcı olarak görmekten ziyade, çocuklarınızla kaliteli vakit geçirme aracı olarak kullanırsanız anneler olarak hangi içeriklerin onlara yarar sağladığına sağlıklı bir şekilde karar verebilirsiniz.


Biz yeni neslin anneleri olarak çocuklarımıza her türlü eğitimi, gelişimi zaten sağlamaya çalışıyoruz. Ancak çocuklarımızın hayatında eksik bir şeyler kalıyor ister istemez. Bu bizim oluşturabileceğimiz
bir şey değil. Bunun ismi ''Sihir''; işte ben tam da bu noktada belirli limitlerle izlenen televizyonun çocuklarımıza yarar sağladığı görüşündeyim. Disney bu sihri sadece yaratmıyor bunu hikaye anlatım
gücüyle de birleştiriyor. En önemlisiyse bize ''ailecek'' zevk alabileceğimiz bir ortam oluşturuyor.

Çizgifilm deneyimlerine yeni başlayacak aileler için ufak bir tavsiyem olacak. Disney Channel'da haftaiçi her gün saat 16:00’da ekrana gelen ''Miles Yarının Ötesinde'' yi kaçırmamanızı öneririm!NASA astronotları danışmanlığında oluşturulan; çocuklara bilim ve uzay hakkında ilginç bilgiler vermenin yanı sıra ailenin önemi, problem çözme ve yardımlaşma konularında mesajlar aktaran bu yepyeni ve macera dolu çizgi film ailecek keyif alabileceğimiz güzel bir deneyim sağlıyor. Keyifle izliyoruz :)



Sevgiler


Paylasananne








13 Ağustos 2015 Perşembe

Merhaba Bezsiz Hayat ! :)


Uzun süredir yazmak istediğim; ancak türlü sebeplerle bir türlü yazım aşamasına geçemediğim ‘’Tuvalet Eğitimi’’mimizi paylaşmaktan mutluluk duyarım efenim J

Efe 18 aylık olduktan sonra Fiherprice’ın şu şarkı çalan, alkışlayan lazımlıklarından edindik bir tane. Efe’yi zorlamadan dönem dönem çıkardık lazımlığı. Gerçekten de bir kaç defa kakasını yaptı lazımlığa (sanırım müzik ve alkışları duymak içinJ) İşine gelmediğinde de bezine yapmaya devam etti. Daha zamanımız olduğunu bildiğim için hiç zorlamadım; ancak özellikle haftasonları evde olduğumuz zaman lazımlık fikrine alıştırmaya çalıştım Efe’yi.

Gelgelelim 2 yaşını doldurduktan sonra Efe’den aldığım sinyaller bez işini acilen çözmemiz gerektiğini bana gösterdi.  Bir kere kaçıp gizli köşelerde yapmaya başladı tuvaletini, eli sürekli bezinde çekiştirip duruyor ve bezden sıkılıyordu, bunun dışında bir bez bağlamanın neredeyse yarım saat sürdüğünü ve ağlama krizleriyle sonuçlandığını da çok defa paylaşmıştım… 2 yaş doktor kontrolümüzde doktorumuza bu durumdan bahsedince elimi çabuk tutmam gerektiğini söyledi. Zira çocuk bezi istemiyorsa hemen alıştırmakta fayda varmış yoksa bezin çıkmayacağını düşünüp bu işi 3 buçuk yaşlarına kadar uzatabilirmiş. Gerekli onayı da aldığımıza göre macera başlasın dedik.

Ben çalışan bir anneyim. Haftaarası Efe kreşe gidiyor. Bez bırakma olayının sorumluluğunu kreşe veremezdim ve tabii bir anne olarak bu kadar özel ve önemli bir durumda çocuğumla bizzat ilgilenmek istedim bu sebeple hem babasının hem benim evde olduğumuz bayram dönemini seçtim. Eşi dostu arayıp kutsal bir sebeple bayram ziyaretlerine gelemeyeceğimizi açıklayıp özürlerimizi de diledik J

İnstagramdan arkadaşım olan Hande’nin bezi bırakma konusunda çok katkısı oldu bana. Buradan ona teşekkür etmeden geçemeyeceğim. Onun oğluna uyguladığı yöntemi aralarda az buçuk değiştirerek uyguladım ben de Efe’ye. Bunları basamak basamak sizlerle paylaşmak isterim. Umarım sizin de işinize yarar.

1-Hazırlık: Bezi bırakmadan önce hem somut hem de manevi bir hazırlık aşaması gerek. Önemli olan bu iki aşamayı da çocuğunuzla birlikte yapmak. Bez bırakma olayını günler öncesinden Efe’ye anlatmaya başladık. Sebeplerini söyledik. Çişini kakasını kaçırırsa kızmayacağımızı ama onun da bize yardım etmesi gerektiğinden bahsettik. Daha sonra Efe’yle birlikte alışverişe çıkıp yeni iç çamaşırları, tuvalet adaptörü, kitaplar aldık. Bunların hepsini Efe’ye seçtirdik.

2-Bezi bırakma konusunda net olmak: Bezi bir takıp bir çıkararak tuvalet eğitimi olmuyor. Çocuğun altında bez varken ‘’çişin kakan gelince söyle’’ demek yetmiyor. Bezi hayatınızdan tamamen çıkarmanız şart! Bunu da öyle basit bir şekilde yapmamalı ufak da olsa şaşaalı bir hale getirmelisiniz. Biz evde ailecek bezlerimizi çöpe attık. Efe’yi alkışladık artık büyüdüğü için. Bir birimize sarıldık. Ufak bir kutlamaydı anlayacağınız J

3-Tuvalet yapma alan seçenekleri yaratmak: Efe’yi 18 aylıktan beri tuvalet konusunda gözlemledim. Bir kaç defa tuvalete yapmak istediği oldu bir kaç defa da ısrarla lazımlığını istedi. Tuvalet eğitimine başladığımızda hem tuvalete oturağını koyduk hem de lazımlığını her saniye olduğumuz alanda tuttuk. Çişi veya kakası geldiğinde kendisi nereye isterse oraya gitti. (Tuvalet eğitiminin sonuna doğru lazımlığı hiç istemiyordu sadece tuvalete yapmaya başladı. Şu anda da dışarısı dışında lazımlık hayatımızdan çıktı)

4-Tuvalet sonrası tebrik,ödül:  Efe’ye ‘’Teddy İle Tuvalette’’ isimli kitabı aldık. Bu kitabın sonunda bir ‘’Tuvalet Eğitim Çizelgesi’’ var. Tuvaleti başarıyla kullandım, klozetin kapağını kapadım, sifonu çektim ve ellerimi yıkadım gibi aşamalardan oluşan bu çizelgeyi her tuvalet yapışının sonrasında stickerlarla süsledik. Hem oraya bir şeyler yapıştırmak hoşuna gitti hem de tuvaletin sadece çiş veya kaka yapmaktan ibaret olmadığını, sifonun el yıkamanın da bununla olan ilişkisini çözdü. Tabii tuvaleti her kullanışından sonra ailecek alkışlamalarımızı, bir birimize sarılmalarımızı söylemiyorum bile J

5-Yavaş başlamak, hızlanmak, hataya olanak tanımak: Çocuğunuzu tuvalet eğitimine başlattığınız gibi tuvaleti her geldiğinde size haber vermesini beklememelisiniz. Sonuçta iki sene boyunca bez takan bir çocuk var ve tuvaletinin geldiğini anlamayı yeni öğreniyor. O yüzden ilk gün Efe’ye 15 dakikada bir çişin var mı kakan var mı diye sorduk. Yok dese bile ara çok uzadıysa tuvalete oturtup yapmayı dene dedik (her seferinde de yaptı). İkinci gün bu arayı biraz daha uzattık. Üçüncü günse sorma aralığımızı saat başı-bir buçuk saat başı bir hale getirdik ki en çok kaçırmasını da bugün yaşadı. Ve çok fazla yere, çamaşırına çiş kaçırdığı günün ertesi günü yani 4. Günde artık tuvaleti geldiğinde söyler bir hale geldi. Bu da bana aslında tuvaletini kaçırmasının eğitimin önemli bir tarafı olduığunu göstermiş oldu.  Muhtemelen biz onu sürekli tuvalete götürmeye veya hatırlatmaya devam etseydik kaçırmanın rahatsızlığını farkedemeyecekti.

6-Geceleri: Efe’ye daha ilk günden akşam uyumadan önce ‘’Sen artık büyüdün bez takmıyorum akşam uykuna bezsiz gidiyorsun’’ diye hatırlattık. Ancak Efe uyuduktan sonra ona hissettirmeden bezini taktık. Zira gece çok çiş yapan bir çocuk olduğu için sıklıkla kalkacağımızı tahmin ediyorduk. Uykusunu almaması bir sonraki gün tuvalet eğitimine odaklanamamasına sebep olabilir gibi düşündük o yüzden bu durumu beklemeye aldık. Sabah da o uyanmadan bezi çıkardık. Gündüz tuvaletlerimizin hallolmasıyla birlikte Efe sabahları da kuru bir bezle uyanmaya başladı. Bunun bir işaret olduğunu anlayıp gece bez takmamaya başladık. İlk akşam Efe’yi uyandırıp tuvalete götürdüm; ancak kıyamet koptuğu için durumu akışına bırakmaya karar verdik. Bir iki akşam çişini kaçırsa da sonraki sabahlar kupkuru kalkmaya başladı. Kalktığı gibi ‘’gece hiç çişimi yapmadım!’’ diye kendi kendini tebrik ediyordu J

7-Olumsuz duygularınızı çocuğa yansıtmamak: Efe tuvalet işini tam olarak 6 günde çözümledi, çişi ve kakayı aynı anda. Bu kadar kısa sürede başarmamıza rağmen o 6 gün içerisinde özellikle kakasını kaçırdığı zamanlarda içten içe dehşete düştüğüm zamanlar tabii oldu. 3.gün toplam 10 çiş yaptıysa 9unu halıya, yere, bahçeye yapmış olması anne baba kaçamak bakışlar atmamıza sebep oldu bir bir birimize. Ancak o ‘’Acaba yapabilecek miyiz?’’ duygumuzu Efe’ye hiç yansıtmadık. Kaçırdığı zamanlarda ‘’Çok normal, böyle şeyler olabilir bir dahakine hatırlamaya çalış bize söyle.’’ dedik. Kendisi yerdeki çişten rahatsız olunca hemen temizleyip ‘’Bir şey yok ki bak sildik bitti bile’’ dedik. Etrafın veya Efe’nin kirlenmesini bir sorun haline getirmedik, Efe’yi asla huylandırmadık, korkutmadık.  Bence o da bu sebeple sürecin bu şekilde işlediğini anladı ve bize uyum sağladı.

Benim oğlum bu işi 6 günde halletti. Bunu çok daha kısa sürede halledenleri de duydum 3 hafta-1 ay gibi bir süre boyunca uğraşanları da…Çocuğunuzun hazır olduğunu düşünüyorsanız günlere çok fazla takılmamanız gerekiyor. Biz yetişkinlerde bile yeni bir alışkanlığa uyum sağlamamız 2 hafta sürüyor, siz düşünün… Eğer bu işe gerçekten başlayacaksanız yorulup isyan edip bıraktığınız takdirde hem olayı sil baştan yaşamanız gerekiyor hem de çocuğunuza tuvaleti,lazımlığı kullanmadığı takdirde her zaman bir kaçış yolu olduğunu,beze geri dönebileceğinizin mesajını vermiş oluyorsunuz.

Umarım sizin hikayenizde kısa sürede bizimki gibi mutlu sonla biter J

 

Sevgiler

 

Paylasananne
 
 

29 Haziran 2015 Pazartesi

Aslında Hepimizin Bir Dolu Mavisi Var...


Özge Uzun’u bundan belki 2 sene önce rastgele televizyon izlerken bir kanalda yaptığı röportajında gördüm ilk... Oğlu Dağhan’dan ve bu süreçte yaşadıklarından bahsediyordu. Aslında tam olarak Dağhan’dan da bahsetmiyordu. Türlü sıkıntılı süreçten geçen annelerden, eğitim verilen yerlerin azlığından bahsediyordu. Bir okula gidildiği anda ‘’Çocuğunuz zarar verir mi diğer çocuklara?’’ tarzında sorularla karşılaşan aileleri, bunun karşılığında da aslında özel durumlu bu çocukların ailelerinin ‘’Acaba diğer çocuklar benim çocuğuma zarar verir mi?’’ diye endişelendiğini anlatıyordu. Direk Dağhan ile ilgili bir soru yöneltti röportajı yapan kişi. ‘’Dağhan’ın yanında bunları konuşamam, Dağhan ne konuştuğumuzu anlıyor.’’ dedi Özge Uzun. Kızgın değildi bunu söylerken tam aksine o zaman tam olarak anlamlandıramadığım bir ‘’Gurur’’ vardı oğluna karşı duyduğu… Dediğim gibi 2 sene önceydi o yüzden bir kısmını eksik bir kısmını fazla hatırlıyorum belki. Ancak emin olduğum bir şey var ki o gün bu 2-3 dakikalık görüntüleri izledikten sonra hiç aklımdan çıkmadı bu anne.

Ben Efe’nin koliğiyle, diş çıkarmalarıyla, uyumamalarıyla uğraşıp kendimi depresyondan depresyona sürüklerken bu denli güçlü duruş sergileyen bu kadına hayranlık duymamak elde değildi.

Bir kaç ay önce ancak bir fırsat buldum ve hemen siparişimi verdim. ‘’Sizin Hiç Maviniz Var Mı?’’ kitabını okumak, bir kaç dakika içerisinde bu denli güçlü olduğuna emin olduğum bu kadının,bu annenin hayatını onun satırlarından okumak için can atıyordum. Gerçekten de bir çırpıda okudum kitabını. Bir çok duyguyu bir anda hissettim okurken. Hüzünlendim, kızdım, şaşırdım, mutlu oldum hatta kahkaha attığım satırlar bile oldu… Hissetmediğim tek duyguysa ‘’ah ah vah vah’’ duygusuydu. Yaşadığı bu sürpriz sürece karşı ‘’Ah’’ demeyen, bunun yerine en büyük sürprizin onu seçmiş olan bu canı en doğru şekilde yetiştirmek olduğuna inanan bu kadına üzülmek benim harcım mıydı?

Bu yazıyı uzun süredir yazmayı düşünüp bir türlü bilgisayarın başına oturamamıştım ta ki düne kadar. Dün akşam Efe’yi uyuturken türlü çığlıklar, tepinmeler eşliğinde güç bela geçtik yatağımıza. Her şey iyi yoluna girdi uyku saati geldi derken Efe tam elmacık kemiğime kafa attı.! Evet kafa attı! Gözlerimin önünde 100 tane yıldız dönmeye başladı. İnsan doğası canı yandığında refleks gösteriyor ister istemez; ancak çocuğun olunca bir tık engelleyebiliyorsun o refleksi. Normalde başka biri bana böyle bir şey yapsa istemsiz veya istemli olarak bir tane vururdum elbet, yalan yok. Kendimi tuttum derin bir nefes aldım; ancak engelleyemedim bas bas bağırdım Efe’ye. ‘’Nasıl bir çocuksun sen?’’ dedim sonra da ‘’Neden normal davranmıyorsun?’’ diye de ekledim. Bunu dememle kapıyı kapatıp yan odaya kaçmam bir oldu tabii.. Nasıl çıktı ağzımdan böyle bir söz? Nasıl dedim çocuğuma böyle  bir şey? Sonra düşünceler başladı elbet… Herkesin aynı süreçlerden geçtiği düşüncesi. Kimilerinin de benim kırk yılın başında yaşadığım bu durumu aslında her gün tecrübe ettiği… Ve tabii Özge Uzun geldi hemen aklıma. Dağhan’ın çığlıklarını,çimdiklerini,tekmelerini anlattığı o süreçler. Bunlar Dağhan’ı normal dışında bir çocuk yapmıyordu ki! Onun özelliği içerisinde verdiği özel tepkilerdi bunlar ve bizim anneler olarak ‘’özel’’ olmaya en yaklaştığımız anların aslında onların bu süreçlerinde sakince ayaklarımız üzerinde durabildiğimiz gerçeği…

‘’Bir masa. Saçı dağılmış bir anne, şortlu bir baba. Bir spiderman bir de balerin. Ağızlarında menemen…. Ve ben çocuklarıma bakıp şükrediyorum.’’

Bu Özge Uzun’un satırları kitaptan.

Sanmayın ki yaşamış bunu hayır bu onun hayali…

Benim ve bir çok anneninse gerçeği…

Farklılıksa bizim dağınık saçlara çok takılmamız… Takılırken de anı sürekli kaçırmamız.

Aslında bu cümlede tek bir gerçek var bence, o da ‘’Şükretmek!’’

 

Kalemine sağlık Özge Uzun,

 

Paylasananne




 

26 Mayıs 2015 Salı

Annem! Ruhum! Aşkım! Yasaklı olan tüm kelimelerle yani...İyi Ki Doğdun!


2 yaşında.

2 senedir hayatımızda yani.

Karnımdaki dönemi, öncesinde ona sahip olmak için verdiğimiz kararı da sayarsanız 3 sene.

Dile kolay.

Bir yandan 22 sene gibi, 33 sene gibi…

Sonra onu her özlediğinizde 2 saat gibi... 3 saat gibi…

İşte böyle bir şey anne olmak. Zamanın dokunamadığı tek yer. Büyüyen ama yaşlanmayan yegane duygu.

Geçen sene bu zamanlar kurduğu tek tük cümleler vardı, paytak paytak iki saniyede bir yere düşen bir yürüyüşü vardı, kat kat tombik bacakları vardı…

Bu seneyse ‘’Seni seviyorum anne!’’ diyerek içimi titreten cümleleri var, yürümeyi unutmuş sürekli koşan ayakları var, uzayan bir boyu dolayısıyla zayıflayan bacakları var…

Her şey değişiyor yani… Her şey farklılaşıyor…

Sevgimiz mi?

O sabit işte. Her gün aynı büyüklükte. Kimi zaman gözlerimi dolduracak kadar, kimi zaman beni sadece gülümseten; ama işte kalbimi günün her saniyesinde tir tir titreten!

Heyecanlıyım…

Umutluyum…

Gururluyum…

Cümlelerim bir yandan patır patır, bir yandan da boğazımda düğüm düğüm…

 

İyi ki doğdun oğlum!

İyi ki bu dünyaya benim çocuğum olarak geldin!

 

Seni seviyorum!

 

Annen

27 Nisan 2015 Pazartesi

Annelere Bir Mucizeden Bahsetmek İstiyorum Bugün: Tots&More!


2 ay oldu.
Tots&More markasının kurucusu Serpil Poyraz’dan şahane bir hediye geldi bize.
Efe’yle bana bir örnek kehribar kolyeler.
Öncelikle bir örnek olayına çok sevindim ben. Derinliğine inmedim olayın pek. Erkek annesi olunca ihtiyaç duyuyorsunuz böyle şeylere :) Aynı kıyafetler, takılar hoşunuza gidiyor. Hemen taktık resimler çektik birlikte :) Efe önlük takmayı bile sevmez; ancak şansıma mıdır nedir pek bir sevdi kolyesini. Banyoda çıkarmadı, uyurken çıkarmadı.  ‘’Kolyemi alma’’ dedi. Almadım. 2 aydır kolyesiyle geziyor hala. Geçen gün fotograf çekimimiz vardı, güç bela çıkarttım. Ufak bir kriz de yaşadık, atlattık tekrar taktık. Bunlar olayın Efe boyutu tabi bir de benim boyutu anlatayım sizlere.
Bu satırları yazarken popomu kaşıyıp tahtalara vuracağım öncelikle onu söyleyeyim. Siz de derinden bir ‘’Maşallahhhh’’ deyin lütfen :)
Efe’nin diş süreci baştan beri ancak ‘’Felaket’’ kelimesiyle tanımlanabilir. Diş ateşi 38’i geçmez derler ya! Geçer! Biz 40 gördük köpek dişlerinde. Diş çıkarırken ihtimaller vardır ya.. Kulak iltihapları, bağırsak bozuklukları, mide bulantıları… Biz hepsini yaşadık! Tots&More kolyemiz geldiğinde de bu sürecin içindeydik biz. Benim gibi ilaç vermeyi neredeyse zehir vermek olarak gören bir insan Efe’yi haftanın yarısında ağrı kesicilerle idare etmeye çalışıyordum. O kadar zor, yaşamadan bilemezsiniz.

Gelelim kolyeyi taktıksan sonrasına (işte buradan sonra başlıyoruz maşallahlara:=))

Efe kolyesini taktığından beri biz hiç bir diş sıkıntısı yaşamadık! Kısa, net! Yaşamadık! Bilimsel boyutu beni aşıyor, açıklamaları röportajda; ancak ben bir anne olarak hayatımın mucizesi yaşamaya devam ediyorum. Sadece o da değil! Benim çocuğum gibi haftada 1 defa hasta olan bir çocuk 2 aydır hastalık ne bilmedi.

Tesadüfse inanılmaz bir tesadüf olmalı bu.

Değilse de…
Aşağıdaki yazıyı sindirerek okumanızı rica ederim.

Ben ürünlerinden kehribar kolyeyi tecrübe ettim bir tek, giriş o yüzden. Ama sanmayın Tots&More sadece kolye satışı yapıyor. Onlar aslında tam anlamıyla anne-baba&çocuk dostu bir marka!

 

Tots&More fikri nasıl oluştu nasıl gelişti biraz bahseder misin?

Hikaye klasik :) bebeğiyle daha fazla vakit geçirmek isteyen bir annenin, profesyonel iş yaşamına belli bir süre ara verme kararıyla nüveleri atıldı Tots&More'un. Yoğun iş hayatından gelen kadın "Yeter artık bu kadar da değil, zaten geç anne olmuşum, bebeğimi kimselere bırakmam" dedi ve kendini evine ve bebeğine adadı. E ama yine de bir şeyler vardı eksik gibi, hani değil de eksik gibi..neydi, neydi o? Üniversite yıllarından beri koşturuyor olunca, her ne kadar bebek bakımı oldukça yorucu olsa da, rahat duramadım, kendimi boşlukta hissettim iş anlamında. İşte bu süreçte, kızımdan ayrılmadan ne yapabilirim sorusundan hareketle doğdu Tots&More. Hamileliğimde farkına vardığım organik bebek giysileri konusunda bir şeyler yapmak istedim. Oldukça önemsediğim bebek ve bebek sağlığına hizmet edecek olmak fikri beni mutlu etti.

Ürünlerde en çok dikkat ettiğiniz özellik nedir?

Bir defa çıkış noktamız sağlık ve sağlıklı ürünler, çevreye saygı, gezegenimizin geleceğine katkı olunca, elbette sağlıklı olmak ekseninde organik ve doğa dostu ürünler var hizmet yelpazemizde. Ürünlerimizin sertifikalı olması en hassas noktamız. Örneğin tekstil ürünlerimiz %100 organik pamuktan ve bu konuda en önemli sertifikasyon olan GOTS (Global Organic Textile Standarts) sertifikasına sahip ürünlerdir. GOTS sertifikalı ürünlerde, sertifika numarası, ürünü imal ettiğiniz pamuğun hangi tarladan ne zaman toplandığı, nasıl ve nerede iplik haline getirildiği ve nasıl ve nerede nihai ürün haline getirildiği kayıtlarına ulaşmak mümkün. Yani ürünlerin deyim yerindeyse seceresi çıkartılıyor.

Yine satışını yaptığımız ürünler arasında, organik tekstile inanmış, bu felsefeye gönül vermiş müşterilerimizin ihtiyacı olabilecek tamamlayıcı ürünleri de bulunduruyoruz. Örneğin yıkama çözümleri, bakım ürünleri gibi. Bunlar da alanında sertifikalı ürünlerdir. Ahşap ve organik yünden oyuncaklarımız var, boyaları, Avrupa Birliği tarafından kabul edilmiş, insan sağlığına zararı olmayan boyalardır.

%100 Baltık kehribarı bebek ve yetişkin kolyelerimizde de sertifika ile beraber, ürünlerin gerçek baltık kehribarı olduğunun tek objektif kanıtı olan laboratuvar onayı sunuyoruz.


Tots&More markasının ürün gamında da bulunan kehribar diş kolyeleri son zamanlarda çok popüler. Takipçilerden her gün sorular alıyorum bu konuda, hepimizin ortak derdi sonuçta ‘’diş çıkarma süreci’’, bize biraz bu kolyelerden ve işlevinden bahseder misin?

Elbette, 2011 yılında Kehribar diş kolyeleri ile ülkemiz anne ve bebeklerini tanıştırdık, o gün bu gündür binlerce bebek bu kolyelerden kullandı ve kullanıyor. Kolyelerimiz, Baltık Kehribarından yapılmış olup, Litvanya orjinlidir. Baltık kehribarının sırrı boncukların içinde gizli. İçeriğindeki süksinik asit (ya da diğer adıyla amber asidi), asırlardır Avrupa, Uzakdoğu ve Baltık Ülkelerinde doğal bir antibiyotik olarak bilinmekte ve kullanılmakta. Kehribarın içinde doğal olarak bulunan bu asit, kehribar boncuğu 27oC sıcaklığa ulaştığında açığa çıkar. Bu tam da, kehribardan yapılmış kolye, bilezik, halhal ya da kolye ucunun tenle teması sırasında oluşan sıcaklıktır. Takılan amberin ısısı 36,6 oC’ye kadar çıkar ve doğrudan cilt ve dolaşım sistemine nüfuz ediyor.

Bebek diş boncuğunu taktığında, vücut ısısı bir tür reçine olan amberin içindeki şifalı yağları açığa çıkarır ve bu yağlar cilt tarafından emilerek kan dolaşımına karışır. Kehribar bir taş olmadığından, sıcak ve yumuşak bir dokunuşu vardır. Hafif ve rahat bir kullanımı vardır. Avrupa’da ve Uzak Doğu’da çocuklara kehribar takmak çok eski bir gelenek. Kehribar boğaz, kulak ve mide yanmalarını, enfeksiyonları ve solunum rahatsızlıklarını azaltıcı etkisiyle bilinir. Geleneksel kehribar boncuklarından yapılan takılar diş çıkarmanın yan etkileri olan ağrı, iştahsızlık, mide bulantısı, kulak ağrısı, ateş ve soğuk algınlığı gibi rahatsızlıkların giderilmesinde doğal bir tedavidir. Tabii bir ağrı kesici olan kehribar bebeğinizi rahatlatarak onun ilaç gereksinimini azaltır. Kehribarın antiinfalmatuvar (iltihap sökücü) ve tedavi edici özellikleri klasik tıp tarafından da kabul edilmektedir ve sakinleştirici, ağrı kesici, spazm giderici, balgam söktürücü ve ateş düşürücü etkileri uzun zamandır bilinmektedir. Sadece bebekler için değil, bu özellikleri ile yetişkinlerin de imdadına yetişir. Migren, guatr, astım, bronşlarla ilgili iltihabik durumlar, sindirim sistemi rahatsızlıkları hatta romatizmaların tedavisinde de kullanılmaktadır. Dikkat edilmesi gerek, ağrı nerdeyse kehribarın o bölgeye konması ve ağrının büyüklüğü ile orantılı büyüklükte olması gerektiğidir.

Yetişkinler için de, migren, başağrısı, tiroid, guatr, sindirim sistemi rahatsızlıkları, alerji, bronşlarla ilgili sıkıntıları gidermede etkili olmaktadır. Ayrıca kehribarın negatif elektriği aldığı, kullananı daha dingin ve pozitif yaptığı da bilinmektedir.


Anneler babalar ürünlerin siparişlerini nereden verebilir?

Satışlarımız www.totsandmore.com.tr adresimizden yapılmaktadır.


Tots&More altında yeni ürünler görecek miyiz?

Evet! Bunu oldukça heyecan duyarak söylüyorum; yenilikçi çalışmalarımız devam ediyor olacak. Anne ve bebeklerimizin hayatını kolaylaştıracak, güvenli, sağlıklı ürünlerle karşınızda olacağız.


Kocaman teşekkürler Tots&More :)
 
 

Paylasananne





 



 

20 Nisan 2015 Pazartesi

Muzisyenanne diye biri var, onun bir de okulu var! Etiler Müzik Okulu!


Ne zaman tanıştık hatırlamamıyordum. Geçen hafta buluşmamızda hatırlattı. Bize yakışır şekilde tanışmışız.
İyi ki de tanışmışız!
Müzisyenanne benim Instagram arkadaşım aslında. Her görüşmemde Instagram arkadaşım değil de lise arkadaşım gibi hissettiğim yakınlıkta benim için. Kendisini kısacık tanıtmam gerekse ‘’iyi insan’’ derim bir de takip ettiğim kadarıyla ‘’iyi anne’’ heh bir de ‘’iyi öğretmen’’.  İnsanlığına, anneliğine iltifat etseniz çok sevinir ama ‘’iyi öğretmen’’ dediğinizde kızar ‘’Tecrübe etmeden öğretmenliğim, okuluma iltifat etme’’ der. O kadar mütavazi ama bir o kadar da kendine güvenlidir yani.

Bu haftasonu ,Pazar günü, öğretmenliğini de deneyimleme şansım oldu.
Benim düşündüğüm gibi bir öğretmen miymiş peki? Hayır! Düşündüğümün çok da ötesindeymiş…

Etiler müzik okuluna adımımızı attık ve bekleme salonuna geçtik. Efe anında bıraktı elimi, bekleme salonundaki oyuncaklara yöneldi.  Ben her zaman okulu sevmişimdir ama bu sefer ilk defa ‘’Ne yapacağını bilmeden’’ okula giden bir insan olarak yalan yok stresliydim. Ya Efe uyum sağlamazsa? Ya derste problem çıkarırsa? Aklımdaki soru işaretleri hemen geçti çünkü bekleme odasında izlemeye başladım ekrandan canlı olarak bizden bir önceki derste neler yaptıklarını. İnanılmaz eğlenen anneler, babalar ve bir Ahu… Bir Ahu ki çocuklardan daha fazla enerjiye sahip onlarla birlikte, onlar için hoplayıp zıplayıp yüzünden gülücüğü eksik olmayan...
Derse girdik. Ahu arkadaş torpili yapmadı bana ''Ya anne eşlik edecek ya baba karar verin diğeriniz bekleme salonuna!’’ dedi, Murat’ı yolladık hemenJ Hep birlikte bir halka yarattık minderlerimize oturduk. Ortamızda tüller, altında bir oyuncak ahtapot. Şarkılarımızla onu 1 haftalık uykusundan uyandırdık önce. Efe ‘’Ben yapmayacağım!’’ dedi. ‘’Peki’’ dedim. Sonrasında her 5-10 dakikada bir yeni ritm aletleri, yeni müzik aletleri, yeni oyuncaklar, yeni objeler. Ama konsept öyle ‘’Oyuncağını al coş!’’ değil, her bir objede yepyeni şeyler öğretiyor müzisyenanne. Sadece çocuklarımıza da değil en başta biz annelere babalara…

Bir baktım benim oğlan başlamış ritm tutmaya.  O ‘’Yapmayacağım’’ diyen çocuk sanki haftalardır geliyor buraya. Sonra bir baktım benim oğlanın gözler hep Ahu’da… Aksi mümkün değil zaten çünkü benim gözler de onda! Bir şarkı söylüyor, bir cümle kuruyor…Kurduğu cümleyi de şarkı gibi söylüyor. Arada espri yapıyor, sonra yaptığı espriye önce kendisi patlatıyor kahkahayı...
Her çocuğu tanıyor!
Her çocuğu seviyor!
Her hareketini ezberlemiş her çocuğun! Kimin nerede zorlanabileceğini bildiği için hemen destekliyor ‘’Hadiii Efeee, Aferin Ayşeee, Alkışlar sanaaa Ahmet!’’ (isimler tabi ki atmasyonJ) diyor.

Dersin yarım saati bittiğinde sırtımdan terler süzülüyordu. Yüzümde de salak  bir gülümseme. Engelleyemiyorum! Oğlum için mutluyum ayrı olay ama ben de eğleniyorum dibine kadar!

Sonra tekrar danslar…Tekrar şarkılar…
Sonra da bir resim-müzik terapisi. Herkesin önünde kağıtlar, çiziyoruz sürekli, müziğe göre kağıtları değiştirip tekrar çiziyoruz boyuyoruz. Müzik bitiyor, Ahu çizen çocukların karakter tahlillerini yapıyor çizgilerden.

Efe için ‘’Her yere imzasını atıyor Efe!’’ diyor.
Ben bir anaokulu çocuğu annesiyim. Yani ilk kez bir yere gittim gaza geldim de yazıyorum sanmayın bu yazıyı. Biz alışığız ana-çocuk aktivitelerine. Ama yaptığımız her aktiviteyi solda sıfır bırakır Etiler Müzik Okulu’nun bu dersi, muzisyenanne’nin enerjisi!

Bu işi yapmak için iyi insan olmak, çocuk sevmek, iyi öğretmen olmak falan yetmez. Ayrı bir olay bu, ayrı bir yetenek. Biliyorum şimdiden ‘’Mahcup ettin beni’’ diyecek yazımı okuduğunda. Ama asıl o beni mahcup etti, böyle bir enerjiyi böyle bir birikimi bana çocuğuma aktarabildiği için…
Programımızı ayarlayabildiğimiz her haftasonu Etiler Müzik Okulu’ndayız bundan sonra. Sizi de bekleriz. Birlikte çocuklarımız için mutluluk dolu nice aktivitelere birlikte imza atalım derim ne dersiniz?!                                                                          

Adres:

Etiler Müzik Okulu
Rumelihisarı Mahallesi Açıkalp Sokak No: 3
34470 Etiler / İstanbulBoğaziçi Üniversitesi Kuzey Kampüs
Garaj Kapısı Karşısı

Telefon:

0(212) 287 56 66 - 0(530) 391 17 37



Paylasananne








10 Nisan 2015 Cuma

Anneler De Tatil Yapar!


Efe 9 aylıkken ilk defa bir geceliğine bırakıp eşimle birlikte ufak bir kaçamak yaptık. Efe o zaman meme emiyordu bu sebeple 24 saatliğine bile olsa bırakırken çok zorlanmıştım. Gece kalkıp meme arayacağını tahmin edebiliyordum veya emmeden uykuya zor geçeceğini… Annemin ve kayınvalidemin de ısrarıyla ‘’Tamam.’’ dedim.  Zor oldu ama imkansız değildi. Nitekim ben olmadığım için de normalde yaptığı gibi meme krizlerine girmemişti. Bunun verdiği cesaretle bir kaç kez daha yine 24 saati geçmeyecek organizasyonlar yaptık. İyi ki de yaptık! Her birinden sonra kendimizi daha dinç hissettik, sabır depoladık, ilişkimizi tazeledik…

Aralarda yaptığımız bu kaçamaklar olmasaydı eşimin yeni yıl hediyesi olarak beni dört geceliğine Londra’ya arkadaşımın yanına gönderme sürprizine muhtemelen olumlu yanıt veremezdim. Bu sürprizi ilk duyduğumda açıkçası 1 dakika kadar hiç bir sorumluluğu düşünmedim. Sonra yavaş yavaş vurmaya başladı gerçekler. Efe’yi sadece 1 günlüğüne bırakmıştım bu zamana kadar. Bundan daha fazlasına hazır mıydı? Annesi tarafından terkedilmiş gibi hisseder miydi? Bana küser miydi?

Biraz daha derinlemesine düşününceyse asıl olayın benim hazır olup olmadığım olduğunu anladım elbette.

Bu tatili iptal etmeyi hiç düşünmedim; ancak akışına da bırakamadım. Nasıl bir taktik izlemem gerektiğini, dört gece neden gideceğimi nasıl anlatacağımı hep araştırdım. Başka annelere sordum, bloglar okudum… Sonucunda da gidişimi gizlemek veya normal bir şeymiş gibi davranmak yerine önemli bir olay haline getirip her gün anlattım oğluma. Takvimden gideceğim geleceğim tarihi gösterdim. Gitme sebebimi süslemedim veya ‘’Anne işe gidiyor’’ gibi bir yalan kıvırmadım. Büyük bir insana anlatırmış gibi benim de buna ihtiyacım olduğunu, babasının bana bu güzel hediyeyi aldığını söyledim. Ben burada yokken babasının yanında olacağından istediğinde anneannesinin de eşlik edeceğinden bahsettim. Tatile çıkmadan bir akşam önce ‘’Sabah kalktığında ben gitmiş olacağım. Anneannen yanında olacak baban da hemen gelecek.’’ dedim.

Hep dinledi… Büyük bir insan gibi, anladığını gösteren ifadelerle… Kimi zaman ‘’Ben de gelicem!’’ dedi. Bu sefer onu alamayacağımı anlattım, nedenini söyledim. Gittiğim yerden ne istediğini sordum. ‘’Londra istiyorum!’’J dedi. ‘’Londra bir oyuncak değil bir yer.’’ dedim. Düşündü ‘’Top istiyorum.’’ dedi, ‘’Bunu alabilirim’’ dedim.

Murat beni havaalanına bırakıp eve döndüğünde Efe uyanıkmış. Biz çıktıktan kısa bir süre sonra uyanmış. Babası ‘’Anne’yi bıraktım. Anne nereye gitti biliyor musun?’’ demiş. Efe ‘’Londra’ya’’ demiş hemen keyfi yerinde bir şekilde, koca adam gibi, ‘’Salak mıyım arkadaş ben bilmeyeceğim?’’ dermis gibi…

Tatildeyken telefonla aradım sesini duydum, sesimi duyurdum. Aralarda kısa videolar çekip yolladım. Ancak skype vb olaylara girmedim, annesel bir içgüdüyle bunun ikimiz açısından da iyi olmayacağını düşündüm.

Döndüğüm zaman sarılarak karşıladı beni. Hemen sonrasında da çantalarımı açmaya başladı ‘’Oyuncak?’’ diye sorarak. Biliyordu çünkü, hepsi aklındaydı. Benim  bir yere gittiğimi gelirken elim boş dönmeyeceğimi biliyordu. Topları çıkardı meydana, ona aldığım Disney bardaklarından içti suyunu iki gün, aldığım organik atıştırmalık paketlerini açtı tek tek hepsinden birer ısırık aldı. Çocuktu çünkü, ben nasıl tatilin keyfini sürdüysem o da dönüşümün keyfini sürüyordu.

Bir yerde okuduğuma göre bana küslük yapabilirdi bir kaç saat belki bir gün hatta bir kaç gün. Okuduğum yazıda ‘’Eğer her şeyi açıkça anlattınız ve çocuğunuz da anlattıklarınızdan tatmin oldu ve kızmaya gerek görmediyse tepki de vermeyebilir.’’ diyordu. Tepki vermedi Efe. Bir tek evdeki oyuncak uçağına binip binip bana el sallayıp bay bayyyy dedi iki gün boyunca.’’ Nereye gidiyorsun? ‘’ diye sorduğumda ‘’Londra’’ dediJ

Tatilde Efe’yi çok özlediğim ,hatta yanımda kaçırdığım çoraplarını kokladığımJ, dakikaları es geçiyorum. Zira bu yazımdaki hedefim sizlere destek olmak, cesaret vermek. Çocuğunu bırakmak istemeyen anneleri anlayabiliyorum. Belki sizin için doğru zaman değil henüz. Ancak fırsatı olan, isteyen ama yanlış bilgilerle donatıldığı için buna bir türlü cesaret edemeyenler varsa aranızda inanın yapılamayacak bir şey yok. Önemli olan açık olmak, sebebini kendinize de çocuğunuza da en dürüst şekilde anlatabilmek.

Döndüğümden beri kendimi daha iyi hissediyorum. Tükendiğim bazı anlar aklıma geldiğinde bir ara gerçekten çok dolmuş olduğumu görebiliyorum. Bir kova düşünün içine su dolduruyorsunuz ve istiyorsunuz ki ısısı hep ılık olsun. O kova sürekli taşıp taşıp dolarsa içindekiler de birikirse baştaki ısıyı aynı şekilde yakalamanız mümkün mü? O yüzden bazen boşaltmak gerekiyor kovayı. Dibine tekrar kaynar suyu doldurmak sonra musluğu hafifçe açıp güzel bir ısı yakalamak gerek.

Bazen yalnız kalmak gerekiyor…

Bazen özlemek…

Bazen tekrar kavuşmak ve bu sayede daha çok değer bilmek…

 

E seneye nereye gidiyoruz?

 

Paylasananne

30 Mart 2015 Pazartesi

Hani Bir Şey Özlersin Ya Bazen... İşte Öyle Bir Şey!


Bir hediye aldık iki hafta önce.

Figis markası Efe’ye ve dolaylı olarak bana ve eşimeJ siyah,yeşil zeytin ve özel zeytinyağları yollamış.

Ben Akçay’lıyım. Daha doğrusu annem Akçay’lı ama her zaman oraya ait hissetmişimdir kendimi. Zeytin önemlidir bu sebeple bizim için. Zeytine puan vermek öyle supermarket zeytinlerini tadıp kötüsünün iyisini seçmek değildir. Tam olarak anlatamam doğru zeytinin tadını ama doğru oldu mu o zeytin ve yağ ‘’Ben buradayım’’ diye fısıldar kulağınıza hatta şöyle bir içinizi de titretir (aşk gibi bir şey yani J). O yüzden ne yalan söyleyeyim çok eleştirel bir şekilde açtım paketlerini. Yine aynı duygularla  tattım.

Sonuç mu?

Muazzam!

Ben zeytinin sadece güzel tadı olanını değil doğalını da tadarak anlayabilen bir insanımdır ve çekinmeden söyleyebilirim ki figisolive zeytinleri doğal doğal bir esintiyle geldi evimize. Salataya koyduğumuz zeytinyağı salatada kaybolmadı, salata arka plana da düşmedi, bir ahenk yakaladılar birlikte tam istediğim gibi, tam özlediğim gibi.

‘’… Bu tadın sırrını araştırdığımda; Kaz Dağları’nın eteklerinde yetişen zeytinden üretilen yağlar olduğunu öğrendim. Neden bu tadı sadece o yöreye giden insanlar tatsın diye kendime sorduğumda; sizlere bu hizmeti vermeye, bu tadı ayağınıza getirmeye karar verdim….’’ diye anlatıyor markanın sahibi.

Ben kendilerine teşekkür ediyorum. O yörelerin an itibariyle büyük şehir market hayatına sıkışmış bir insan olarak bana ‘’ev’’imin tadını hatırlattıkları için.

Çocuklarımıza yedirdiğimiz her şey çok çok önemli! Bunu defalarca vurguluyorum yazılarımda, paylaşımlarımda. Bu tarz markaları ve ürettiklerini gördükçe oğluma sunabileceğim doğal beslenme inancım da artıyor.

Sitelerini bir ziyaret edin hatta bir iki sipariş verin bu farkı deneyimleyin isterim

Web sitesi:


Instagramdan takip için
 
@figisolive


Bu arada söylemeden geçemeyeceğim, kekik çeşnili zeytinyağı bir efsane!


Afiyet olsun!

 

Paylasananne
 
Not: E biraz Efe videosu da izleyelim bu vesileyle :)
 
 
 

20 Mart 2015 Cuma

Çok Yemesin, Mutlu Yesin!


Efe’nin son zamanlarda paylaştığım ‘’Kendi başına yemek yiyen ‘’ videolarıyla ilgili o kadar çok ig mesajı, mail alıyorum ki hepsine tek tek cevap veremediğim için blogdan ufacık bir yazı yazmak istedim.

Öncelikle şunu söyleyeyim Efe her zaman çok ve güzel yemek yiyen bir çocuk oldu. Çok derken kastım ‘’Önüne konulan yemeği bitirmesi’’, güzelden kastımsa ‘’Kocaman insan gibi kendi başına zevk alarak yemesi.’’

İlkiyle ilgili tam bir formül sunamayacağım sizlere; nitekim yemeyen çocuk kavramını bilmiyorum. Yaşayanlar çok zor olduğunu söylüyorlar ki bu kadar zor bir konıuda tecrübesi olmayan bir insan olarak yorum yapamam.

Ancak ‘’güzel yemek yeme’’ kavramının ‘’çok (yeterli) yemek yeme’’ kavramıyla da iç içe olduğunu düşünüyorum.

Efe’nin hayatına katı gıdalar 8-9 aylıkken girdi. O zamana kadar memeye ek olarak bir tek meyve ve yogurt desteğiyle devam ettik. Kabak, havuç, patates vb gıdalara başladığımız noktada ,yalan yok, ben de her tecrübesiz anne gibi bunları çorba olarak vermeye başladım. Gerçi durum da bunu gerektiriyordu çünkü Efe çalıştığım şirketin kreşindeydi ve beslenmesini yarım saat-kırk dakika içerisinde tamamlamam gerekiyordu. Ancak Efe benim bildiğimden de akıllı bir çocuk bana kalırsa. Öğlen bu çorbaları kabul ederken akşamları kabul etmemeye elini uzatıp ‘’Ihhh ıhhh’’ diyerek bizim önümüzdeki yemeklere sulanmaya başladı. Hiç itiraz etmedim ve izinli gıdalar her şeyi önüne koymaya ve ne kadar yediğini takip etmemeye başladım.

Meğer o dönemde farketmeden Blw uyguluyormuşum, bugün daha tecrübeli bir anne olarak zamanındaki içgüdü gelişimimin ne denli kuvvetli olduğuna beni inandıran bir durumdur bu.

Nedir Blw?

Hiç bilimsel terim karıştırmayalım. Blw yöntemi özünde ‘’Bebeğin kendi kendini beslemesi’’. Ayına, diş, damak yapısına uygun gıdaları sizin önüne koyup sonrasında geri çekilmeniz ve bebeğinizin yemesine izin vermeniz yani…

6 aydan büyük bebekler yiyecekleri kavrayıp kendi yeme yetisine sahipler aslında. Ama gelin görün ki yetişme tarzlarımız, korkularımız, koruma ve yedirme içgüdülerimiz bizi sürekli ‘’doyurma’’ odaklı bir besleme şekline yönlendiriyor. Yaptığımız çorbalarda pürelerde bulunan gıdaları ve koyduğumuz miktarları bildiğimiz için bir nevi içimiz rahat oluyor. Ancak çocuklarımız büyüdükçe bu senaryo eskisi kadar tatlı ve kolay olmuyor. Alışkanlıklar sebebiyle ‘’bana yemek yedirilsin’’ veya ‘’yediğim şey pütürlü taneli bir gıda olmasın’’ bakış açısı yerleşmiş oluyor çocuklara. Sonrasında da ‘’7-8 aylıkken şahane yemek yiyordu şimdi ağzına lokma koymuyor!’’ diye isyan eden anneler oluyoruz biz.

Ben ne yaptım, ne yapmadım?

-9. Aydan itibaren her şeyi mama sandalyesi tepsisine koydum kendi yemesini bekledim.

-Yemediğinde veya az yediğinde stres yapmadım.  Az yedi diye çorba olayına dönmedim.

-Kendi yeme sürecinde defalarca boğazına yemek kaçırdı, panik yapmadım! (yani efeyi kendi başına yeme kavramından korkutmadım) Aldım dizime yatırdım sırtına(iki kürek kemiği ortasına) pıt pıt yaparak kalanı çıkarmasını sağladım. (eşim her seferinde aşırı panik yaptı hatta donakaldı hatta bana inanamadı hatta ‘’bidaha kendi yemesin’’ bile dedi J)

-Et, tavuk, balık gibi gıdalara geçtiğimizde bir kaç hafta alıştırma olarak ben yedirdim; ancak bunun alışkanlık olmasına izin vermedim. Çatalı kullanamadığı süreçte eti eliyle yedi uzun bir süre.

-Kaşık kullanmaya başladığı an (18. Ay) çorbayı tekrar hayatımıza soktum. Önüne bir tabak koydum dökmesine saçmasına izin verdim. Ortalığı batırdı,umursamadım!

-Onun eline kullanımına uygun çatal ve kaşık aldım ve yemeklerinde onları kullanmasını sağladım. Dışarıya çıktığımızda bunları yanımda taşımadım ne varsa onunla yemesine izin verdim.

-Oğluma özel yemek pişirmedim bize pişirdiğimiz yemekleri ayrı küçük bir tencerede daha az yağ veya daha az salçayla ona özgü hale getirdim.

-Asla abur cubur vermedim!!! Çikolata, cips, mısır, kuruyemiş (ceviz fındık gibi şeyleri tabi veriyorum ama efe sevmiyır ve yemiyor) Efe’den uzak tutttum.

-Ara öğünler olarak kuru erik, kayısı, meyve, kefir vb gıdalar kullandım. Bunların hepsini kendisinin talep etmesine izin verdim ‘’İster misin?’’ diye ısrar etmedim.

-Beslenme, abur cubur konusunda bu kadar sıkı olmama rağmen istediği, merak ettiği bir şey olduğunda kaçırmadım ucundan tattırdım. Alışkanlık olacak ki yemesini istemediğim hiç bir şeyi yemek istemedi, beğenmedi.

Efe’yi görüyorsunuz. Gayet tosuncuk görünüyor. Aslında o çocuk yemeklerde 3-5 kaşık yemek yiyor inanın! Sonrasında meyveyle, peynirle, kefirle besliyor kendini. Beslesin, bence sorun değil! Yemeğin suyun nerede olduğunu biliyor sonuçta ve konuşuyor. Konuşmuyor olsaydı da gösteriyor olurdu zaten hiç bir insanoğlu aç kaldığında köşesine çekilmez, mücadele eder ben de oğluma mücadele imkanı veriyorum!

Şimdi baştaki çok yeme, güzel yeme kavramına dönecek olursak…

Efe bence çok yiyor çünkü ailesi onun güzel bir şekilde (yani kendi başına, belirleyerek, seçerek) yemesine izin veriyor.

Denemekte fayda var der bu yazıyı bitiririm efenim.

 

Paylasananne

Hoş Mu Geldin 2 Yaş?


Tam anlaşmıştım kendimle.
‘’Çocuğun en zor zamanı ilk 6 ayıymış. Sonra her şey git gide kolaylaşıyormuş.’’ demiştim.
‘’Yürüyünce göreceksin sen’’ diyenlere inat, yürümesiyle birlikte hayat kolaylaştığında ‘’Aha bizim sistem ters çalışıyor’’ diye düşünmüştüm.
Gelin görün ki 2 yaşına tam olarak 2 ay kaldı Efe’nin ve hayat daha zor olamaz!
Sendrom mudur, isyan mıdır nedir düşündüm bir süre. Benimle aynı şeyi yaşayan anneleri gördüğümde ‘’Ah kıyamam’’ diyemedim ne yalan söyleyeyim, sevindim. İnsan zorluklarında iş birlikçi arar ya yanına öyle bir hesap benimki de…
Efe’nin ‘’hayır’’ dönemi, isyanları aslında 13. ayda başladı.
‘’Erken 2 yaş sendromu’’ dedi doktorumuz. ‘’Korkmayın bu demektir ki 2 yaşına doğru kendine gelecek, siz 2 yaş sendromunu hafif atlatanlardan olacaksınız.’’ Öyle olmadı J
Konuşma ve kendini ifade etme olayı artıkça bu durum azalacağına yükselişe geçti. Artık kelimelerle de karşılık vermeye başladı çünkü küçük adam…
Üstünü giydirmek yarım saat…
Çıkarmak 1 saat…
Altını değiştirmek ağlama krizleri…
Uyku! Söylemiyorum bile! 8 buçukta uyuyan çocuk 11leri görür oldu. Eve geldiği anda pazarlığa başlıyor zaten ‘’Süt içmem! Yatmam! Gözümü kapamam! Uyumam’’
İstemediği bir şey olduğunda veya istediği şey olmadığında kendini yere atmalar, üstüne tekme tokat yumruk, vurmalar…
Bir yere kadar normal karşılıyor insan elbette. Ancak gelin görün benim bebe kreşe gidiyor ve oranın da kuralları var, hayatı devam ettirmek için belirli bir disiplini var. Öğretmenleriyle konuştum bir kaç defa onlar da çok anlayışlı ‘’Süreç…’’ olarak bakıyorlar bu döneme. Tabii kendilerine göre belirli bir tutumları var.
Kreşte bir tutum evde bir tutum…
Ben de dedim ki her şeyden önce bu tutumlar aynı olmalı. Herkes başka türlü yaklaşırsa iyice aklı karışacak bebenin e haliyle bu olaylar da git gide fazlalaşacak.
Hafta başında okul pedagoguyla görüşmeye gittim.
Çok şey öğrendim.
Çok ders çıkardım.
Sizlere de faydası olacağını düşündüğüm bu bilgileri madde madde paylaşmak da boynumun borcu elbette.
 
·         Çocuğumuz ağlayarak bir şey istediğinde kesinlikle vermiyoruz, yapmıyoruz! Bu inatlaşmak değil. Bu orta yol bulma çabası sadece. İstediği şey için kendini yerlere atarken yanına gidiyoruz, ona dokunuyoruz. ‘’Seni çok seviyorum ama bu davranışını sevmiyorum!’’ diyoruz. Daha sonra geri çekiliyoruz. ‘’Ağlaman bittiğinde yanıma gelebilirsin’’ diyerek onu biraz kendi haline bırakıyoruz. Ağlaması bittiğinde ‘’Çok şükür bitti unuttu gitti’’ diye düşünmüyoruz, konuyu tekrar açıyoruz ve ortak bir nokta buluyoruz. Örneğin: İstediği şey bir bisküvi olsun. Ağlarken bunu vermeyin. Ağlaması kesildikten sonra yanına gidip bunun yarısını uzatıp ‘’Demin ağlaman yanlıştı’’ diye durumu anlattıktan sonra ‘’Yarısını yiyebilirsin.’’ diyerek çocuğunuzla anlaşın. Bu sayede çocuk bir şey istediğinde ‘’Kesinlikle alamayacağım için ağlıyorum’’ diye düşünmek yerine orta bir nokta bulmak adına sizinle iletişim kuracak.
 
·         Taktik farklılaştırıyoruz ama taktik değiştirmiyoruz! Ağlama ertesi gün aynı koşullarda yine aynı şekilde devam ederse yine yanına gidiyoruz yine dokunuyoruz; ancak bir gün daha aynı şekilde devam ederse bu sefer yanına gitmiyor direk köşemize çekiliyoruz. ‘’Seni seviyorum ama bu davranışı sevmiyorum’’u bu sefer uzaktan söylüyoruz. Tıpkı uyku eğitimi gibi bu da ilk gün yarım saat ağlamayla devam edebilirken ikinci üçüncü gün süre olarak düşüşe geçiyor. Bütün bunları yaparken en büyük düşmanımızda tam bir değişiklik! Eğer çocuğumuz ağlıyor diye ilk gün izlediğimiz yöntemi siler ''Bir günlüğüne ara verdim'' dersek o zaman aslında iyilik değil kötülük yapıp karışık mesajlar yolluyoruz.
 
 
·         Sesimizi kesinlikle yükseltmiyoruz! ‘’Öfke inanılmaz derece bulaşıcı bir duygudur!’’ dedi pedagogumuz. ‘’O ağladı, siz ses yükselttiniz. Bir sonraki sefer o bağıracak siz ağlayacaksınız bu böyle devam edecek.’’ Ses yükseltmek yerine kızgınlık, üzgünlük, can yanması vb (konu neyse) bunu yüzümüzle belirtiyoruz. Kızdığımız bir şeyde kızgın bir yüz ifadesi, bizi üzdüyse üzgün bir yüz ifadesi oluşturuyoruz. Bunun en büyük sebebi çocukların bu yaşlarda daha çok görsel verileri anlamlandırması. Dediklerinizden çok mimikleriniz jestleriniz önemli onun için.
 
·         Yanlış bir davranış yaptığında ‘’Yaramazlık yapma!’’ gibi tanımsız bir cümle kullanmıyoruz! O henüz yaramazlık kavramını bilmiyor!  Dolayısıyla siz ‘’Yaramazlık yapma!’’ dediğinizde son yaptığı 2-3 davranışa gidiyor aklı. ‘’Yemek yedim…Sonra yemek yediğim tabağı kırdım…Sonra su içtim! Acaba bunun hangisi yaramazlık?’’ diye soruyor kendine ve anlamlandıramıyor. Bunun yerine kızdığınız, üzüldüğünüz şey her neyse bu durumu net bir şekilde açıklamanız çok önemli!
 
 
·         Bize her ters gelen durumu kısıtlamıyoruz, sürekli ‘’hayır’’ demiyoruz! Çocuğun yere bir şeyler atması, üzerine yemekleri bilinçli olarak dökmesi bize ‘’yaramazlık’’ (!) olarak görünebilir; ancak durum aslında böyle değildir. Çocuk bizim ‘’yaramazlık’’ olarak tanımladığımız şeyleri yaparken aslında bir çok yeteneğini geliştirir. Örneğin: Üzerine yoğurdu bilinçli olarak döktüğünü düşünelim. Hiç birimizin hoşuna gitmeyecektir bu davranış; ancak bu hareketi yaparken aslında onun algısı açık ve katı, sıvı, akışkan kavramları beynine kazıyor, yani aslında öğreniyor. Dolayısıyla öğrenmeyle ilişkili olaylarda bir kaç defa izin verip ondan sonra müdahale ederek bunun yanlış olduğunu söylemek çocuğa da alan ve öğrenme fırsatı tanıyor.
·         Öğretici akademik aktiviteleri sabah yapıyoruz, akşamsa enerji atıyoruz! Özellikle yatma saatinden 1-2 saat önce çocuk için tamamen bir aktivite saati olmalı. Aktivite darken bu akademik aktivite değil. Koşturmak, dans etmek, boğuşmak vb. aktiviteler onun gün boyunca biriktirdiği enerjiyi atmasını sağlayacaktır. Uyku öncesi yorulmasını sağlayacaktır. Bu enerjiyi atarken çocuğumuzla fiziksel temas kuruyoruz.
 
·         Aralarda istisnalar yapabiliyoruz! Çocuğumuz (bknz. Efe) giyinmeyi, alt değiştirmeyi kesinlikle reddediyorsa ve bu henüz anlatarak ikna boyutunda değilse bu tarz işleri onun dikkatini dağatarak yapabiliriz. Kendimden örnek vermek gerekirse son 1 haftadır Efe’nin üstünü değiştirmem gerektiğinde perdeleri açıp arabaları izletiyorum, kedileri gösteriyorum. Aklı oradayken ve dikkati bu duruma yoğunlaşmışken onunla inatlaşmadan yapıyorum bunu. Aslında psikolojik olarak çok onaylanmıyor bu bir nevi ‘’kandırma’’ olayına giriyor; ancak dönemsel belirli bir şeye karşı bir inat geliştirdiyse biz de inatlaşmak yerine ‘’akıl dağıtabiliyoruz’’
 
 
·         Vurma durumu olduğunda gülmüyoruz, bağırmıyoruz, gerisin geri vurmuyoruz(yapmadığınızı biliyorum tabiki ama hatırlamakta fayda var J). Bunun yerine üzgün bir ifadeye bürünüyor ve canımızın yandığını anlatıyoruz. Devam ederse kendimizi geri çekiyor ve bizden özür dilemesini (gönül almasını) bekliyoruz.
 
·         Anne baba kesinlikle hem fikir oluyoruz, birbirimizin aksi şeyler söylemiyoruz ve yapmıyoruz! Annenin hayır dediği bir şeyi babanın yapması (veya tam aksi) çocuk da bir fikir karmaşası yaratıyor. Bu sebeple çocuğumuzla ilgili sınırları belirlemeden, sınırlarla ilgili biz hem fikir oluyoruz. İyi polis kötü polis olayı yok! Ben ittim sen tuttun olayı yok! Herhangi bir durumda istemeden aksi bir şey gelişirse bunu çocuğun yanında ‘’Ben hayır dedim sen evet dedin’’ diye tartışmıyoruz, sonradan aramızda hallediyoruz. Çünkü çocuklar bu tartışmaların da farkındalar.
 
 
Bu tarz pedogojik yaklaşımlarla ilgili zaman zaman yorumlar görüyorum ‘’Eskiden bunlar mı vardı?’’ ‘’Biz böyle mi büyüdük?’’ diye. Bu yaklaşımı kesinlikle onaylamıyorum! Bizim zamanımızda varolmayan bir çok çevresel faktör şu anda var ve çocuklarımızı bire bir etkiliyor. Bizim zamanımızdaki gelişimimizle şu an çocuklarımızın gelişimi aynı değil. Dünya farklılaşıyor, çocuklar farklılaşıyor, biz farklıyız artık! Dolayısıyla bilmek ve uygulamaya çalışmak, zaman zaman yanlış yaparak doğruyu bulmak, yanlış yaptıysak da ‘’en iyisini denedim ve deniyorum’’ demek çok önemli.
 
Nice sendromlu yaşlara! J