30 Mart 2015 Pazartesi

Hani Bir Şey Özlersin Ya Bazen... İşte Öyle Bir Şey!


Bir hediye aldık iki hafta önce.

Figis markası Efe’ye ve dolaylı olarak bana ve eşimeJ siyah,yeşil zeytin ve özel zeytinyağları yollamış.

Ben Akçay’lıyım. Daha doğrusu annem Akçay’lı ama her zaman oraya ait hissetmişimdir kendimi. Zeytin önemlidir bu sebeple bizim için. Zeytine puan vermek öyle supermarket zeytinlerini tadıp kötüsünün iyisini seçmek değildir. Tam olarak anlatamam doğru zeytinin tadını ama doğru oldu mu o zeytin ve yağ ‘’Ben buradayım’’ diye fısıldar kulağınıza hatta şöyle bir içinizi de titretir (aşk gibi bir şey yani J). O yüzden ne yalan söyleyeyim çok eleştirel bir şekilde açtım paketlerini. Yine aynı duygularla  tattım.

Sonuç mu?

Muazzam!

Ben zeytinin sadece güzel tadı olanını değil doğalını da tadarak anlayabilen bir insanımdır ve çekinmeden söyleyebilirim ki figisolive zeytinleri doğal doğal bir esintiyle geldi evimize. Salataya koyduğumuz zeytinyağı salatada kaybolmadı, salata arka plana da düşmedi, bir ahenk yakaladılar birlikte tam istediğim gibi, tam özlediğim gibi.

‘’… Bu tadın sırrını araştırdığımda; Kaz Dağları’nın eteklerinde yetişen zeytinden üretilen yağlar olduğunu öğrendim. Neden bu tadı sadece o yöreye giden insanlar tatsın diye kendime sorduğumda; sizlere bu hizmeti vermeye, bu tadı ayağınıza getirmeye karar verdim….’’ diye anlatıyor markanın sahibi.

Ben kendilerine teşekkür ediyorum. O yörelerin an itibariyle büyük şehir market hayatına sıkışmış bir insan olarak bana ‘’ev’’imin tadını hatırlattıkları için.

Çocuklarımıza yedirdiğimiz her şey çok çok önemli! Bunu defalarca vurguluyorum yazılarımda, paylaşımlarımda. Bu tarz markaları ve ürettiklerini gördükçe oğluma sunabileceğim doğal beslenme inancım da artıyor.

Sitelerini bir ziyaret edin hatta bir iki sipariş verin bu farkı deneyimleyin isterim

Web sitesi:


Instagramdan takip için
 
@figisolive


Bu arada söylemeden geçemeyeceğim, kekik çeşnili zeytinyağı bir efsane!


Afiyet olsun!

 

Paylasananne
 
Not: E biraz Efe videosu da izleyelim bu vesileyle :)
 
 
 

20 Mart 2015 Cuma

Çok Yemesin, Mutlu Yesin!


Efe’nin son zamanlarda paylaştığım ‘’Kendi başına yemek yiyen ‘’ videolarıyla ilgili o kadar çok ig mesajı, mail alıyorum ki hepsine tek tek cevap veremediğim için blogdan ufacık bir yazı yazmak istedim.

Öncelikle şunu söyleyeyim Efe her zaman çok ve güzel yemek yiyen bir çocuk oldu. Çok derken kastım ‘’Önüne konulan yemeği bitirmesi’’, güzelden kastımsa ‘’Kocaman insan gibi kendi başına zevk alarak yemesi.’’

İlkiyle ilgili tam bir formül sunamayacağım sizlere; nitekim yemeyen çocuk kavramını bilmiyorum. Yaşayanlar çok zor olduğunu söylüyorlar ki bu kadar zor bir konıuda tecrübesi olmayan bir insan olarak yorum yapamam.

Ancak ‘’güzel yemek yeme’’ kavramının ‘’çok (yeterli) yemek yeme’’ kavramıyla da iç içe olduğunu düşünüyorum.

Efe’nin hayatına katı gıdalar 8-9 aylıkken girdi. O zamana kadar memeye ek olarak bir tek meyve ve yogurt desteğiyle devam ettik. Kabak, havuç, patates vb gıdalara başladığımız noktada ,yalan yok, ben de her tecrübesiz anne gibi bunları çorba olarak vermeye başladım. Gerçi durum da bunu gerektiriyordu çünkü Efe çalıştığım şirketin kreşindeydi ve beslenmesini yarım saat-kırk dakika içerisinde tamamlamam gerekiyordu. Ancak Efe benim bildiğimden de akıllı bir çocuk bana kalırsa. Öğlen bu çorbaları kabul ederken akşamları kabul etmemeye elini uzatıp ‘’Ihhh ıhhh’’ diyerek bizim önümüzdeki yemeklere sulanmaya başladı. Hiç itiraz etmedim ve izinli gıdalar her şeyi önüne koymaya ve ne kadar yediğini takip etmemeye başladım.

Meğer o dönemde farketmeden Blw uyguluyormuşum, bugün daha tecrübeli bir anne olarak zamanındaki içgüdü gelişimimin ne denli kuvvetli olduğuna beni inandıran bir durumdur bu.

Nedir Blw?

Hiç bilimsel terim karıştırmayalım. Blw yöntemi özünde ‘’Bebeğin kendi kendini beslemesi’’. Ayına, diş, damak yapısına uygun gıdaları sizin önüne koyup sonrasında geri çekilmeniz ve bebeğinizin yemesine izin vermeniz yani…

6 aydan büyük bebekler yiyecekleri kavrayıp kendi yeme yetisine sahipler aslında. Ama gelin görün ki yetişme tarzlarımız, korkularımız, koruma ve yedirme içgüdülerimiz bizi sürekli ‘’doyurma’’ odaklı bir besleme şekline yönlendiriyor. Yaptığımız çorbalarda pürelerde bulunan gıdaları ve koyduğumuz miktarları bildiğimiz için bir nevi içimiz rahat oluyor. Ancak çocuklarımız büyüdükçe bu senaryo eskisi kadar tatlı ve kolay olmuyor. Alışkanlıklar sebebiyle ‘’bana yemek yedirilsin’’ veya ‘’yediğim şey pütürlü taneli bir gıda olmasın’’ bakış açısı yerleşmiş oluyor çocuklara. Sonrasında da ‘’7-8 aylıkken şahane yemek yiyordu şimdi ağzına lokma koymuyor!’’ diye isyan eden anneler oluyoruz biz.

Ben ne yaptım, ne yapmadım?

-9. Aydan itibaren her şeyi mama sandalyesi tepsisine koydum kendi yemesini bekledim.

-Yemediğinde veya az yediğinde stres yapmadım.  Az yedi diye çorba olayına dönmedim.

-Kendi yeme sürecinde defalarca boğazına yemek kaçırdı, panik yapmadım! (yani efeyi kendi başına yeme kavramından korkutmadım) Aldım dizime yatırdım sırtına(iki kürek kemiği ortasına) pıt pıt yaparak kalanı çıkarmasını sağladım. (eşim her seferinde aşırı panik yaptı hatta donakaldı hatta bana inanamadı hatta ‘’bidaha kendi yemesin’’ bile dedi J)

-Et, tavuk, balık gibi gıdalara geçtiğimizde bir kaç hafta alıştırma olarak ben yedirdim; ancak bunun alışkanlık olmasına izin vermedim. Çatalı kullanamadığı süreçte eti eliyle yedi uzun bir süre.

-Kaşık kullanmaya başladığı an (18. Ay) çorbayı tekrar hayatımıza soktum. Önüne bir tabak koydum dökmesine saçmasına izin verdim. Ortalığı batırdı,umursamadım!

-Onun eline kullanımına uygun çatal ve kaşık aldım ve yemeklerinde onları kullanmasını sağladım. Dışarıya çıktığımızda bunları yanımda taşımadım ne varsa onunla yemesine izin verdim.

-Oğluma özel yemek pişirmedim bize pişirdiğimiz yemekleri ayrı küçük bir tencerede daha az yağ veya daha az salçayla ona özgü hale getirdim.

-Asla abur cubur vermedim!!! Çikolata, cips, mısır, kuruyemiş (ceviz fındık gibi şeyleri tabi veriyorum ama efe sevmiyır ve yemiyor) Efe’den uzak tutttum.

-Ara öğünler olarak kuru erik, kayısı, meyve, kefir vb gıdalar kullandım. Bunların hepsini kendisinin talep etmesine izin verdim ‘’İster misin?’’ diye ısrar etmedim.

-Beslenme, abur cubur konusunda bu kadar sıkı olmama rağmen istediği, merak ettiği bir şey olduğunda kaçırmadım ucundan tattırdım. Alışkanlık olacak ki yemesini istemediğim hiç bir şeyi yemek istemedi, beğenmedi.

Efe’yi görüyorsunuz. Gayet tosuncuk görünüyor. Aslında o çocuk yemeklerde 3-5 kaşık yemek yiyor inanın! Sonrasında meyveyle, peynirle, kefirle besliyor kendini. Beslesin, bence sorun değil! Yemeğin suyun nerede olduğunu biliyor sonuçta ve konuşuyor. Konuşmuyor olsaydı da gösteriyor olurdu zaten hiç bir insanoğlu aç kaldığında köşesine çekilmez, mücadele eder ben de oğluma mücadele imkanı veriyorum!

Şimdi baştaki çok yeme, güzel yeme kavramına dönecek olursak…

Efe bence çok yiyor çünkü ailesi onun güzel bir şekilde (yani kendi başına, belirleyerek, seçerek) yemesine izin veriyor.

Denemekte fayda var der bu yazıyı bitiririm efenim.

 

Paylasananne

Hoş Mu Geldin 2 Yaş?


Tam anlaşmıştım kendimle.
‘’Çocuğun en zor zamanı ilk 6 ayıymış. Sonra her şey git gide kolaylaşıyormuş.’’ demiştim.
‘’Yürüyünce göreceksin sen’’ diyenlere inat, yürümesiyle birlikte hayat kolaylaştığında ‘’Aha bizim sistem ters çalışıyor’’ diye düşünmüştüm.
Gelin görün ki 2 yaşına tam olarak 2 ay kaldı Efe’nin ve hayat daha zor olamaz!
Sendrom mudur, isyan mıdır nedir düşündüm bir süre. Benimle aynı şeyi yaşayan anneleri gördüğümde ‘’Ah kıyamam’’ diyemedim ne yalan söyleyeyim, sevindim. İnsan zorluklarında iş birlikçi arar ya yanına öyle bir hesap benimki de…
Efe’nin ‘’hayır’’ dönemi, isyanları aslında 13. ayda başladı.
‘’Erken 2 yaş sendromu’’ dedi doktorumuz. ‘’Korkmayın bu demektir ki 2 yaşına doğru kendine gelecek, siz 2 yaş sendromunu hafif atlatanlardan olacaksınız.’’ Öyle olmadı J
Konuşma ve kendini ifade etme olayı artıkça bu durum azalacağına yükselişe geçti. Artık kelimelerle de karşılık vermeye başladı çünkü küçük adam…
Üstünü giydirmek yarım saat…
Çıkarmak 1 saat…
Altını değiştirmek ağlama krizleri…
Uyku! Söylemiyorum bile! 8 buçukta uyuyan çocuk 11leri görür oldu. Eve geldiği anda pazarlığa başlıyor zaten ‘’Süt içmem! Yatmam! Gözümü kapamam! Uyumam’’
İstemediği bir şey olduğunda veya istediği şey olmadığında kendini yere atmalar, üstüne tekme tokat yumruk, vurmalar…
Bir yere kadar normal karşılıyor insan elbette. Ancak gelin görün benim bebe kreşe gidiyor ve oranın da kuralları var, hayatı devam ettirmek için belirli bir disiplini var. Öğretmenleriyle konuştum bir kaç defa onlar da çok anlayışlı ‘’Süreç…’’ olarak bakıyorlar bu döneme. Tabii kendilerine göre belirli bir tutumları var.
Kreşte bir tutum evde bir tutum…
Ben de dedim ki her şeyden önce bu tutumlar aynı olmalı. Herkes başka türlü yaklaşırsa iyice aklı karışacak bebenin e haliyle bu olaylar da git gide fazlalaşacak.
Hafta başında okul pedagoguyla görüşmeye gittim.
Çok şey öğrendim.
Çok ders çıkardım.
Sizlere de faydası olacağını düşündüğüm bu bilgileri madde madde paylaşmak da boynumun borcu elbette.
 
·         Çocuğumuz ağlayarak bir şey istediğinde kesinlikle vermiyoruz, yapmıyoruz! Bu inatlaşmak değil. Bu orta yol bulma çabası sadece. İstediği şey için kendini yerlere atarken yanına gidiyoruz, ona dokunuyoruz. ‘’Seni çok seviyorum ama bu davranışını sevmiyorum!’’ diyoruz. Daha sonra geri çekiliyoruz. ‘’Ağlaman bittiğinde yanıma gelebilirsin’’ diyerek onu biraz kendi haline bırakıyoruz. Ağlaması bittiğinde ‘’Çok şükür bitti unuttu gitti’’ diye düşünmüyoruz, konuyu tekrar açıyoruz ve ortak bir nokta buluyoruz. Örneğin: İstediği şey bir bisküvi olsun. Ağlarken bunu vermeyin. Ağlaması kesildikten sonra yanına gidip bunun yarısını uzatıp ‘’Demin ağlaman yanlıştı’’ diye durumu anlattıktan sonra ‘’Yarısını yiyebilirsin.’’ diyerek çocuğunuzla anlaşın. Bu sayede çocuk bir şey istediğinde ‘’Kesinlikle alamayacağım için ağlıyorum’’ diye düşünmek yerine orta bir nokta bulmak adına sizinle iletişim kuracak.
 
·         Taktik farklılaştırıyoruz ama taktik değiştirmiyoruz! Ağlama ertesi gün aynı koşullarda yine aynı şekilde devam ederse yine yanına gidiyoruz yine dokunuyoruz; ancak bir gün daha aynı şekilde devam ederse bu sefer yanına gitmiyor direk köşemize çekiliyoruz. ‘’Seni seviyorum ama bu davranışı sevmiyorum’’u bu sefer uzaktan söylüyoruz. Tıpkı uyku eğitimi gibi bu da ilk gün yarım saat ağlamayla devam edebilirken ikinci üçüncü gün süre olarak düşüşe geçiyor. Bütün bunları yaparken en büyük düşmanımızda tam bir değişiklik! Eğer çocuğumuz ağlıyor diye ilk gün izlediğimiz yöntemi siler ''Bir günlüğüne ara verdim'' dersek o zaman aslında iyilik değil kötülük yapıp karışık mesajlar yolluyoruz.
 
 
·         Sesimizi kesinlikle yükseltmiyoruz! ‘’Öfke inanılmaz derece bulaşıcı bir duygudur!’’ dedi pedagogumuz. ‘’O ağladı, siz ses yükselttiniz. Bir sonraki sefer o bağıracak siz ağlayacaksınız bu böyle devam edecek.’’ Ses yükseltmek yerine kızgınlık, üzgünlük, can yanması vb (konu neyse) bunu yüzümüzle belirtiyoruz. Kızdığımız bir şeyde kızgın bir yüz ifadesi, bizi üzdüyse üzgün bir yüz ifadesi oluşturuyoruz. Bunun en büyük sebebi çocukların bu yaşlarda daha çok görsel verileri anlamlandırması. Dediklerinizden çok mimikleriniz jestleriniz önemli onun için.
 
·         Yanlış bir davranış yaptığında ‘’Yaramazlık yapma!’’ gibi tanımsız bir cümle kullanmıyoruz! O henüz yaramazlık kavramını bilmiyor!  Dolayısıyla siz ‘’Yaramazlık yapma!’’ dediğinizde son yaptığı 2-3 davranışa gidiyor aklı. ‘’Yemek yedim…Sonra yemek yediğim tabağı kırdım…Sonra su içtim! Acaba bunun hangisi yaramazlık?’’ diye soruyor kendine ve anlamlandıramıyor. Bunun yerine kızdığınız, üzüldüğünüz şey her neyse bu durumu net bir şekilde açıklamanız çok önemli!
 
 
·         Bize her ters gelen durumu kısıtlamıyoruz, sürekli ‘’hayır’’ demiyoruz! Çocuğun yere bir şeyler atması, üzerine yemekleri bilinçli olarak dökmesi bize ‘’yaramazlık’’ (!) olarak görünebilir; ancak durum aslında böyle değildir. Çocuk bizim ‘’yaramazlık’’ olarak tanımladığımız şeyleri yaparken aslında bir çok yeteneğini geliştirir. Örneğin: Üzerine yoğurdu bilinçli olarak döktüğünü düşünelim. Hiç birimizin hoşuna gitmeyecektir bu davranış; ancak bu hareketi yaparken aslında onun algısı açık ve katı, sıvı, akışkan kavramları beynine kazıyor, yani aslında öğreniyor. Dolayısıyla öğrenmeyle ilişkili olaylarda bir kaç defa izin verip ondan sonra müdahale ederek bunun yanlış olduğunu söylemek çocuğa da alan ve öğrenme fırsatı tanıyor.
·         Öğretici akademik aktiviteleri sabah yapıyoruz, akşamsa enerji atıyoruz! Özellikle yatma saatinden 1-2 saat önce çocuk için tamamen bir aktivite saati olmalı. Aktivite darken bu akademik aktivite değil. Koşturmak, dans etmek, boğuşmak vb. aktiviteler onun gün boyunca biriktirdiği enerjiyi atmasını sağlayacaktır. Uyku öncesi yorulmasını sağlayacaktır. Bu enerjiyi atarken çocuğumuzla fiziksel temas kuruyoruz.
 
·         Aralarda istisnalar yapabiliyoruz! Çocuğumuz (bknz. Efe) giyinmeyi, alt değiştirmeyi kesinlikle reddediyorsa ve bu henüz anlatarak ikna boyutunda değilse bu tarz işleri onun dikkatini dağatarak yapabiliriz. Kendimden örnek vermek gerekirse son 1 haftadır Efe’nin üstünü değiştirmem gerektiğinde perdeleri açıp arabaları izletiyorum, kedileri gösteriyorum. Aklı oradayken ve dikkati bu duruma yoğunlaşmışken onunla inatlaşmadan yapıyorum bunu. Aslında psikolojik olarak çok onaylanmıyor bu bir nevi ‘’kandırma’’ olayına giriyor; ancak dönemsel belirli bir şeye karşı bir inat geliştirdiyse biz de inatlaşmak yerine ‘’akıl dağıtabiliyoruz’’
 
 
·         Vurma durumu olduğunda gülmüyoruz, bağırmıyoruz, gerisin geri vurmuyoruz(yapmadığınızı biliyorum tabiki ama hatırlamakta fayda var J). Bunun yerine üzgün bir ifadeye bürünüyor ve canımızın yandığını anlatıyoruz. Devam ederse kendimizi geri çekiyor ve bizden özür dilemesini (gönül almasını) bekliyoruz.
 
·         Anne baba kesinlikle hem fikir oluyoruz, birbirimizin aksi şeyler söylemiyoruz ve yapmıyoruz! Annenin hayır dediği bir şeyi babanın yapması (veya tam aksi) çocuk da bir fikir karmaşası yaratıyor. Bu sebeple çocuğumuzla ilgili sınırları belirlemeden, sınırlarla ilgili biz hem fikir oluyoruz. İyi polis kötü polis olayı yok! Ben ittim sen tuttun olayı yok! Herhangi bir durumda istemeden aksi bir şey gelişirse bunu çocuğun yanında ‘’Ben hayır dedim sen evet dedin’’ diye tartışmıyoruz, sonradan aramızda hallediyoruz. Çünkü çocuklar bu tartışmaların da farkındalar.
 
 
Bu tarz pedogojik yaklaşımlarla ilgili zaman zaman yorumlar görüyorum ‘’Eskiden bunlar mı vardı?’’ ‘’Biz böyle mi büyüdük?’’ diye. Bu yaklaşımı kesinlikle onaylamıyorum! Bizim zamanımızda varolmayan bir çok çevresel faktör şu anda var ve çocuklarımızı bire bir etkiliyor. Bizim zamanımızdaki gelişimimizle şu an çocuklarımızın gelişimi aynı değil. Dünya farklılaşıyor, çocuklar farklılaşıyor, biz farklıyız artık! Dolayısıyla bilmek ve uygulamaya çalışmak, zaman zaman yanlış yaparak doğruyu bulmak, yanlış yaptıysak da ‘’en iyisini denedim ve deniyorum’’ demek çok önemli.
 
Nice sendromlu yaşlara! J

17 Mart 2015 Salı

Nokta!!!


Şu konuyu bir kapatalım mı?

Zira sıkıldım.

Zira bundan sonra kimseye prim vermeyeceğim.

Geçen gün ismini vermeyeceğim bir grup üzerinden sosyal medyada bir paylaşımım oldu. Kendi gözlemimdir, kendi eleştrimdir, kendi doğrumdur bu paylaşım! Ne kimseye hakaret ettim ne de kimseye ‘’Böyle yapmayın’’ dedim.

Neredeyse her gün metrobüs kullanıyorum. Sağlığımla ilgili olan bir sıkıntı yüzünden metrobüste oturmak istiyorum dolayısıyla ilk durağa kadar dönüş yönüne doğru gidiyorum. Eşimle birlikte yaklaşık yarım saat sıra bekleyip metrobüse biniyorum. Kendisi hem bana eşlik etmek için geliyor hem de işi gereği günde 10 saat elinde 15 kg valizle gezen, gece de oğlumuza kalkan bir baba olduğu için oturmak ona da cazip geliyor. Metrobüse saat 08:00 sıralarında bindik mi durum felaket tabi… Hınca hınç insan kalabalıklığı. Bir iki sefer 9u geçelere kaldığımızda metrobüsün bomboş olduğunu da gördük; yalnız iş durumu sebebiyle herkes gibi biz de bu saati tercih edemiyoruz.

Gelelim benim paylaşımıma.

Metrobüse bindiğimiz gün hamile bir kız vardı metrobüste. Yine anlatacağım süslenmiş topuklularını giymiş makyajını yapmış. Her kadın gibi! Hakkı olduğu gibi! (bunları bilerek ekliyorum ki bakış açımı bilin diye) Bu kız metrobüse bindi ve daha 10 saniye geçti geçmedi sert, ters bir tutumla eşimden yer istedi. Haliyle hemen kalktı eşim (bu zamana kadar kızı görmemiştik bu arada görseydik muhtemelen o yeri çoktan ikimizden biri vermiştik) Tavırdan sebeptir ki bu durum ağrıma gitti. Belki de önce biz görmedik diye ağrıma gitti psikolojik alt yapıya inmeyeceğim. Ve kızı metrobüs boyunca ve sonra birlikte indiğimiz durakta gözlemledim. Arkadaşlarıyla buluştu, taksiyle mi gitsek daha çabuk gideriz yoksa yürüsek mi planları yapıldı. Yine hemen söyleyeyim yine yanlış anlaşılmasın hamileyse ölmedi tabi ki yürür bir şey demiyorum topuklu ayakkabıyla da yürür buna da bir şey demiyorum. Defalarcaaa anlattığım gibi buradaki dava kızın şekli şemalinden çok tarzı. O yüzden bu postu yazdım. Burada amacım hamileler metrobüse falan binmesin değil gülünç olmayalım. Dediğim sadece: eğer keyfi olarak bir yere gidiyorsan, sana da yer verilmesi gerektiğini düşünüyorsan

1-Bu yeri seni görmeyen insanlardan sanki senin düşmanlarınmış, hayat senin etrafında dönüyormuş, dünyada hamileliği yaşayan tek insan senmişsin gibi istemeyeceksin.

2-Eğer bu tavırda bir insansan o zaman bir ihtimalde olsa belki yer verenin olmayacağını düşünecek ve o toplu taşıma aracına 1 saat sonra bineceksin (tekrarlıyorum keyfi bir gezin varsa ve seni görmeyen insanları düşman belleme yapısına sahipsen)

Bu durum sadece hamileler için değil yaşlılar için de geçerli.

Teyzeler güne gidiyor. Tabi ki gidecekler! Ve bunu her hafta yapmalarına, yoğun saatleri bilmelerine ragmen dönüşlerini tam iş, okul dağılış vakitlerine göre seçiyorlar. Buraya kadar da her şey normal. Yer beklemeleri mi hadi o da normal! Ama bütün gün bir yerde oturmuşsun eğlenmişsin sonrasında metrobüse, metroya, otobüse vs vs. bindiğin anda senden genç birini otururken gördüğünde yüksek bir sesle ‘’Saygı da kalmadı artık!’’ diye yorum yapmak niye? Hiç düşünüyor musun sana yer veren adam bütün gün işçilik mi yaptı, tuvalet mi temizledi, bir yerde ayakta mı çalıştı, tansiyonu mu düşük, belinin ağrısı katlanılmaz mı?

Kısaca özetçe dediğim ‘’Karşılıklı saygı!’’dır aslında.

‘’Amaaaan yarım saat erken çıkarım curcunaya denk gelirim sonuçta bana yer vermek zorundalar, hele bir de toplumda yüksek sesle rencide ederek konuşursam tamam!’’ diye bir şey varsa zihniyetinde bu bana ters gelir. Bu bana hakkını, içinde bulunduğun durumu kötüye kullanmak olarak gelir. Burada da kendi bakış açımı dile getirmek en doğal hakkımdır. Aksini düşünen tabi ki yorum yapar ama bu olayı ‘’Hamile, yaşlı, insan sevmeyen!’’ durumuna getirmek niye?

Yine söylüyorum kendimi anlatmak zorunda hissediyorum! İsterse günün en kalabalık saati olsun,  isterse bacağımın ağrısından gebereyim hamileliğe yaşlılığa gerek yok başka bir insan bana ‘’Ayakta duramıyorum ben oturabilir miyim?’’ diye sorsa bir saniye düşünmem. O soruyu sormak zordur çünkü sebebini araştırmam bile. Ama ayrıcalıklı durumun gözle görülür bir şeyse ve sen bunu sert dilinle pekiştirerek kullanma noktasına geldiysen o zaman ben de sorarım ‘’Neden sen de karşındakini düşünerek hareket etmeye çalışmıyorsun?’’ diye.

Ben mi anlatamıyorum?

İnsanlar saldırmayı anlamaktan daha mı kolay görüyorlar?

Yoksa daha beteri başta dediğim gibi prim yapmaya çalışmak çok mu moda oldu bu ülkede?


Paylasananne



 

16 Mart 2015 Pazartesi

Bu Haftanın Konuğu: Standart Anne İmajını Yıkan @gezginbiraile



Bu hafta blogumda instagramdan farklı yaşam tarzı sayesinde takibe başladığım, başkalarına sivri gelebilecek banaysa ‘’Yürü be!’’ dedirtecek diliyle sevdiğim, ‘’standart anne imajı’’nın kabuğunu kırmış bir anneye yer vermek istedim. Röportaj kıvamında bir yazı oldu, sorularımı içtenlikle cevapladı  sonsuz teşekkürler. Kendisini instagramdan ‘’gezginbiraile’’ rumuzuyla tanıyor ve takip ediyor olabilirsiniz. Takip etmiyorsanız da tam zamanıdır, bir kadeh şarap eşliğinde takip etmenizse ısrarımdırJ


-Öncelikle biraz seni tanıyalım.

Merhaba ben 33 yaşında kendimi hala 23 falan sanan 4 yıllık bir anneyim, kendimi bildim bileli hep gezme hayali kurdum, odamda kocaman bir dünya haritası ve şu an kızıma verdiğim ışıklı bir dünyan kürem vardı. Çevirir çevirir parmağım koyar o ülkeyi hayal ederdim okul yıllarımda. Hiç bir zaman tek bir yere ait olmak istemedim, hep kendimi dünya vatandaşı diye niteledim. Irk dil din cinsiyet önemsizdi. Dünya bizim evimizdi ve doğa ana bizim yaşamamız için her şeyi sunuyordu cömertçe, neden sabit kalacaktım. Sevdiğim bir laf var, ağaç değilsin ki yer değiştir. Kök salmıyoruz elbet.

Güzel sanatlar okudum, aşka aşık, yemeyi, yemek yapmayı seven, dik kafalı bir koç kadınıyım. Bana laf geçirmek çok zor, babamdan bile izin almadım, hep burnumun dikine gitmek ana özelliğim galiba, o sebepten kimsenin bana şunu yap bunu yap demesini kabul edemiyorum, bazen iyi ama bazen de zor bir durum bu tabi. Pek çok iş denemem oldu, moda, fotoğrafçılık, resim, tasarım, içmimarlık, grafik, turizm vb. Ama sürekli ve düzenli işler beni çok kısıtlıyordu sürekli gezmek isteyen ve gezen insanlar için mümkün olmuyor, tutunamadım, çocuk falan da derken, son dönemde kendi işimi geliştirmeye çalışıyorum. Yıllardır kafamdaki projem gittiğim ülkelerden kıyafet takı özel tasarım parçalar getirerek satmak, daha emekleme-deneme aşamasındayım diyebilirim, umuyorum zamanla istediğim seviyeye ulaşacağım.

Şehirden kaçalı 8 sene oluyor, 5 senedir de Bodrum’dayız. Buralar hem doğal hem de biraz küçük istanbul tadında ama seviyorum, çok isteyerek geldik, iş için değil tamamen tercih sebebi ile işsiz güçsüz hiçbir şeysiz geldik, kimseyi tanımam etmem, zamanla çok güzel insanla tanıştım harika dostlar edindim.Tadını çıkarttım Egenin,  önceden Fethiye ve Dalyan dolaylarında yaşadık ve bu süre zarfında kışlarımızı Hindistan’da geçirdik.

Kızımız da Bodrum’da doğdu, bir çocuk yapacaksam şehirde yapmayacağıma ve suda doğuracağıma emindim, bu hayallerimi de gerçekleştirmiş oldum.

 
-Seni instagramda tanıdığımız kadarıyla standart anne(!) imajındanfarklı bir anne imajı çiziyorsun. Bu konuda sen ne düşünüyorsun sence  farklı mısın klasik anne modelinden?

Bence evet farklıyım klasik anne modelinden ama klasik anne nedir? Sanırım klasik anne, genellikle annelikle uykusuzluğu, vicdanı ve yorgunluğu eşleştiren, fedakar, cefakar, kutsal anne modeli. Belki de bize sunulan bu ama toplumumuzda cidden farklı hissediyorum, anne olunca değil önceden de böyle idi. Halbuki ben kendime normalim hatta bazen sıkıcıyım. Sıradan olanı ve sürüye ait olmayı hiç bir zaman sevmedim, bundan mıdır bilmiyorum annelik beni pek değiştirmedi.

Kızımın yanında beklemedim uyurken, doğumdan korkmadım, eşimden ya da etrafımdan yardım istemekten hiç çekinmedim, yemekleri kendi yesin dedim yedirmedim, kendi uyusun dedim uyutmadım, düşer demedim, elleşmedim tırmandı düştü yuvarlandı, çocuklu hayatın çok da önceki hayatımdan farklı olduğuna da inanmıyorum, hayatımı çocuk için 180 derece değiştirmeyi ve isteklerimden, kendimden ve eşimde çok da feragat etmemin gerektiğini düşünmüyorum. Bu demek olmuyor ki çocuğumu az seviyorum, elbette ona bayılıyorum. Lakin annenin öncelikle kadın kimliğinin önde olması ve kendini düşünmesi gerektiğine inanıyorum. Ayrıca annelikle babalığı eş tutuyorum. Çocuk sorumluluğunu –doğum ve emzirme hariç- sadece kadının görevi olarak hiç görmüyorum, eşim de benim gibi. Sanırım klasik bir kadın olmadığımdan, klasik bir erkekle evlensem olmazdı.

Evhamlı değilim, saat başı ateş ölçmek ya da gece nöbet tutmak gibi huylarım yok, vurur kafayı uyurum veya biraz da çocuğun kendi kendine kalmasını doğru buluyorum, sürekli bebeklerin peşinden koşmayı da hadi oyun oynayalım aktivite yapalım gibi kurulu düzeni sevmiyorum, çocukların çok fazla zeki ve dayanıklı olduklarını gözlemledim 4 senede.

 

-Peki nedir bu Hindistan aşkı Hindistan macerası? Nasıl başladı ve nasıl devam edecek?

Hindistan, 2008 yılında hayatıma girdi, o zamanki aşkım, şimdiki eşim J ile biz kelebekler vadisinde yaşamaktaydık, bir çadırda aylarca, kumun üstünde, battaniyemiz yıldızlar, ayaklarımızda sıcak kum, gece gündüz yüzüp, ateş yakıp, aşık olurken girdi hayatımıza. O yaz karar verdik, kışın gidelim Hindistan’a diye, eşim önceden baya gezmiş ve Amerika’da yaşamış uzun yıllar, bense Avrupa’yı biliyorum bir ama aklımda farklı kültürler vardı, bir olduk ve bir bilet aldık, tur falan değil tek gidiş bileti, bilinmeze doğru.

Hindistan ütopiktir, hayal edilenin ve beklenenin çok ötesindedir, gider gitmez heyecan şaşkınlık korku birbirine girdi ve aşık oldum. Ben adrenalin severim, dövme, bungee, yamaç paraşütü, dalış hastasıyım. Adrenalin belki, öyle karmaşık ve eğlenceli bir ülke ki, inanılmaz bir kafaya giriyorum orada, o kadar da tanıdık, inanılmaz bir his nasıl desem, belki de önceki hayatımda Hintliydim. Biz güneyden kuzeye, batı sahillerinden 4.5 ay gezdin bu güzel ülkeyi. Yollardaki maceralarımı yazdığım bir blogum var taa eskiden kalma çok aktif olmayan. www omnamashivaom.wordpress.com

Hindistan beni büyüledi, kültürleri, kıyafetleri, rahatlığı, sıcak iklimi, tropik kuşakta olması, ucuz olması vs vs çok sebep var yazsam sayfalar dolar. O dönemde de kıyafet getirip satmıştık, biz böyle git gel yapmaya başladık kışları ve hatta 2 aya yakın balayımızı da evlendikten sonra bu ülkede yaptık. Hayalimde kışları bu ülkede geçirdiğim bir hayat vardı ama hamile kaldım ve ilk dönemler gidemedik, gidilirdi, bebekle de çok giden gezginler var ama başka işlerle meşguldük diyeyim.

En son 3,5 yaşındaki kızımla neredeyse 1,5 ay eşim olmadan yalnız gittik, çok keyif aldım, bazen evet zordu ama başardım, bu başka bir hayalimdi. Korkmadım mı korktum, otelde kalmayız biz, rezervasyon yapmadan bu ülkeye çocukla gidebildiğime ben bile inanamadım uçaktan inince, nerede kalacaktım ? Neyse ki tanıdıklarım var ve biliyorum ülkeyi, bölgeyi. Kendimi şaşırtıyorum bazen evet.

Nasıl devam edecek ? Şu an oradan kıyafet vs getirip satıyorum ilk parti bitti, yeniden getirmeye gitmem lazım yakında. Sonrasında bir güney Hindistan turu programımız var kasım gibi, seneye kışı orada geçirmeyi hedefledik. Sadece Hindistan değil kalbim Asya’da benim, Thailand Vietnam Laos Kamboçya Nepal...Çin...bilemiyorum ama keyif alıyorum çok da eğleniyorum.

-Biraz da Instagram üzerindeki satış işinden bahsedelim.

Littleindiash –açılımı little india shop! İlerde little asia yapmak üzere projelerim var- çok spontane gelişti ama yıllardır aklımda olan bir proje, çocuğum olduğu için bolbol çocuk şalvar, ipek elbiseler, takı ve aksesuarlar, bayan ve erkek kıyafetleri elbiseleri özel hint örtüleri getirdim, bunları 3.5 yaşındaki bir çocukla tek tek seçerek aldım, hindistanda alışveriş yapmak çok zordur ama bana eğlence, yarım saat pazarlık yaparsınız bozuk aksanlı hintlilerle güneşin alnında diyeyim. Gürültü de cabası. Neyse benim kişisel zevkim bu, taşıdık getirdik. İlerde takı ayakkabı kumaş ve özel tasarım dikim kıyafetlere de girmek hayalim, çocukları da ihmal etmeyeceğim, kendim kızıma çok zor kıyafet beğeniyorum, dallı güllü pullu payetli hepsi birbirine benzeyen pembe kız kıyafetlerinden öte, değişik şeyler ilgimi çekiyor ve yapmak da istiyorum, güzel sanatlar mezunu olduğumdan, bunu becerebilirim gibi geliyor.

Instagram ve facebook üstünden ve tanıdıklar aracılığı ile gidiyor şu an, hint kıyafetlerim tükendiğinden beri saç aksesuarları satıyorum, saçlarım rasta, kendim yaptım ama bir bakımdan geçti elbette. Hem rastaya uygun hem normal saça ve çocuğa uygun ipli keçe ile boncuklu tüylü ne ararsanız var. Bu aralar çok popüler bu saç aksesuarları da.


-Son olarak diğer annelere bir mesajın var mı?

Lütfen çocuklarınızı rahat bırakın, uyurken tepelerinde durmayın, gölge gibi onları dikizlemeyin, bazen ağlamasına izin verin, ağladı diye ila da meme vermek, dikkat dağıtmak zorunda filan değilsiniz! Anneliği kutsalmış gibi görmeyin, babalık da eştir! Benim eşim yemek yapamaz, çocuk bakamaz demeyin, bakacak, her insan kendi çocuğuna bakabilecek yetiye sahiptir, kadınlar kendilerini lütfen ezdirmesin artık, başımıza ne geliyorsa onları kendimizden ayrı tuttuğumuzdan... Evham ve panik annelikle bağdaşmıyor, rahat olun, mutlu anne eşittir mutlu bebek.

Gece siz kalkmayın çocuğunuz uyanıyor ise eşiniz de kalksın, hergün yemek yapmayın eşiniz de yapsın-erkekler okuyorsa bana kızar mı J kızsınlar napabilirim- bebeklerinizi anneniz eşiniz ya da güvenilir arkadaşlara bırakıp sinemaya gidin en olmadı yürüyüş yapın, ben hep yaptım, üstelik kızımızı bırakıp tatillere de bol bol gittik, bunlar hayatın şarj anları benim için, kaçamaklar, rutini bozmak lazım, hep değişmek, yenilenmek lazım. Aynı kısırdöngüde insan sıkılır, verimsizleşir de...

Soğukta giydirin ve her gün sokağa çıkarın, püre yapmayı kesin ayrıca lütfen, onlar birer insan yavrusu. Pislenir mi aç mı falan diye didiklemeyin belli ederler. Akışa, oluruna bırakın yani anneliği, ''anneysek ölmedik'' diyorsun ya sen, çok doğru, anneyiz diye robot mu olacağız, hayır.

Biz misal kız grubumuzla en az ayda bir rakı gecesi yapmazsak olmaz, ben haftada 2 gece dışarı çıkmayı seviyorum, kızımı da babasına bırakıyorum. Kendinize de eşinize de vakit ayırın çünkü mutlu çocuklar yetiştirmek için insanın kendisinin mutlu olması gerekiyor önce.

 
Gezginbiraile

Paylasananne
 

 

11 Mart 2015 Çarşamba

Masallar Diyarından Gelen Uçan At: Bardabas!


Çocuğunuz büyüdükçe onunla hangi aktiviteleri yapabileceğiniz, yapacağınız aktivitelerle ilgili hangi ürünleri nereden temin edebileceğiniz sizler için de aynı bende olduğu gibi bir soru işaretiyse eğer sizinle güzel bir şeyler paylaşmak üzereyim.

İki hafta önce güzel bir mesaj geldi bana. Şu ana kadar duymadığım bir marka (yalan yok) Efe’ye bir hediye yollamak istiyor. Beni tanıyanlar çok iyi bilir. Hediyeler konusunda iki aşamada çok seçiciyim.

1-Yollanan hediye Efe’yle veya anne olarak benimle ilgili değilse bunu kabul etmiyorum. Blogumla, ig hesabımla bir bağlantısı olmazsa bu işin ticarete döndüğünü hissediyor ve rahatsız oluyorum. Bu sebeple özür dileyerek çevirdiğim çok kişi vardır.

2-Hediyeyi yollayan markaya, sorumlu kişiye kabul etmeden mutlaka şunu söylüyorum ‘’Ürününüzü tecrübe ederim. Ettikten sonra memnun olduğum takdirde yazı yazarım, paylaşırım. Aksi durumda kesinlikle bir şey yazamam, beğenmediğim bir şeyi başka annelere öneremem’’

Barbadas’tan benimle iletişime geçen tatlı insana da aynen ikinci maddeyi söyledim.

‘’Bizim amacımız da tam da bu!’’ dediler. ‘’Kaliteli ürün ve bunu kullanacak bilinçli anneler, aileler.’’

Bu cevap üzerine büyük bir hevesle Bardabas markasından gelecek hediyemizi beklemeye başladık Efe’yle.

Tecrübemizi paylaşmadan önce ben size biraz Bardabas’ı anlatayım.

Bardabas markasının anlamı çok güzel. Masallar diyarından gelen uçan atın ismi. Fikir annesi Saba Karabey Bener. Bu fikri yaratmasında ona yardımcı olan aslında günümüz dünyasında biz aileler öğrenip geliştikçe bizlerle birlikte gelişen ‘’yavaş oyuncak’’ kavramı, akımı.

Peki nedir bu yavaş oyuncak akımı?

‘’Yavaş oyuncaklar çocuklarımızın yaratıcıklarını arttıran ve aslında yaşama daha derinden bağlayan bir felsefenin ürünü’’ diyor Saba Hanım. ‘’Pille çalışmayan, kendisinden hareketli ya da ışıklı olmayan, çocukların kendinden bir şeyler katacağı aktiviteler bu akımın parçası..’’

Bardabas kutuları kaç yaş çocuklar hedefleniyor?

Her ay farklı başlıklar altında hazırlanan Barbadas Çocuk Aktivite Kutuları 2-10 yaş arasında çocuklara hitap ediyor. 2-3, 4-6, 7-10 yaş gruplarına grupların yaş becerileri göz önüne alınarak çocuk uzmanlarından onaylı kutular hazırlanıyor.

Barbadas kutusunun içinde neler var?

Her aya özel, üç ayrı yaş grubuna göre hazırlanan her üç kutunun içinde o ayın kutusuna özgü bir kitap ve o kitaptaki hikaye etrafında kurgulanmış 6 ayrı aktivite yer alıyor. Aileler aktiviteleri öğrenmekle kalmıyor, kutunun içerisinde aktiviteyi yapmak için gerekli tüm malzemelere de kolayca ulaşabiliyorlar.

Bardabas kutularını nasıl temin edebiliriz, fiyatları nasıl?

Bardabas kutularından bir sefere mahsus sipariş edebildiğiniz gibi abonelik de yapabiliyorsunuz. 1 Barbadas kutusu 49 tl’yken bu yıllık aboneliklerde 39 tl’ye kadar iniyor. Detaylı bilgi için www.bardabas.com sitesini ziyaret edebilirsiniz.

 

Bardabasla ilgili bu kısa bilgilendirme yazısından sonra gelelim bizim deneyimimize.

Kutumuzu açtığımızda ilk olarak ‘’Kar Hayali’’ isimli kitapla karşılaştık. Efe’ye okuma fırsatım olmadı saat itibariyle, hızlıca aktivite kısmına geçtik. Efe kardan adamları çok sevdiği için ‘’Kardan Adam’’ aktivitesini yapmaya karar verdik birlikte.

Aktiviteyi yapmamız için gereken tüm malzemeler (makas dahil) kutumuzun içindeydi.

Efe yaş olarak henüz 2 bile olmadı. 21 ayı bitirdik. Dolayısıyla aktivitelere dikkatini çok uzun süre sağlayamıyor. Yine de kendisine göre uzun sayılabilecek bir sürede ilgi gösterdi Bardabas kutusuna. Kardan adamın burnunun renginden kumaş parçasını buldu ‘’havuç’’ dedi, elyafı uzun uzadıya inceledi, yapıştırıcıyı kendisi açtı ve gözleri yapıştırmamıza yardım etti. Bu süre zarfında ‘’Ağzına sokma’’ dediğim hiç bir objeyle de karşılaşmadık ki güvenlik konusunda tam not aldı benden Bardabas.

Tabii aktivite malzemelerini hazırladıktan sonra ilgisi dağılmaya başladı Efe’nin ve biz karı koca kendimizi bir kardan adam yaparken buluverdik J Oğlanın ilgisi gitti deyip bırakmadık da sonuna kadar uğraştık, talimatları okuduk, hakkıyla tamamladıkJ

‘’Efe’nin belli bir noktada dikkati dağılmış o zaman neden öneriyorsunuz?’’ demeyin ve şunu düşünün. Çocuklarımız bir ipadle haşır neşirken de, arabalarıyla oynarken de dikkatlerini belirli süre koruyabiliyorlar. Bu süre içerisinde onların becerilerini geliştirebilen bir aktivite varken neden diğerlerine yönelelim? Hele bir de malzemelere, talimatlara kadar ayağımıza geliyorsa?!


Gelelim eleştri kısmına (kendilerine söylemiştim yanlış gördüğüm bir şey varsa bunu da yazmak boynumun borcu)

Kutuda bulunan ‘’Yumuşak Şekerle Tatlı Sandviç’’ aktivitesi bence Bardabas mantığında bulunmaması gereken bir aktivite. Daha doğrusu aktivitenin malzemelerinin kutuda yeri olmamalı. Paket içerisinde bulunan marshmallow ve çikolatalar Efe’ye asla vermeyeceğim gıdalar. Hızlıca saklayıp varolabilecek bir krizi önledim. Barbadas ekibinin de bu noktada daha hassas olmasını rica ederim.


Toplayalım toparlayalım:

Ellerinize sağlık! Şahane bir proje! Şahane bir marka!

Tüm annelere gönülden tavsiye edilir…

 

Paylasananne